Dün eve döndüm ve her akşam “zihnimi boşaltma köşesi” haline getirdiğim cam kenarında kendine manzaralı bir yer bulmuş koltuğuma oturup bir yandan, sokaktaki lambanın ışığı altında rüzgarla dansa durmuş dişbudağı seyrederken, bir yandan da elime kumandayı alıp refleks halinde televizyonu açtım.
Gözüm dışarıdaki rüzgarın herşeyi nasıl da etkisi altına aldığını şaşkınlıkla seyrederken, kulağım televizyondan gelen seslere odaklanmış… zihnim, her ikisinin algısını da kaçırmamak istercesine bir gözümün gördüklerini irdeliyor, bir kulağımın duyduklarını deşifre etmeye uğraşıyor…
Aslında sevgili zihincik acınası bir halde… Gözlerim öylesine dinginlik içinde bir nevi kitlenmiş trans hali yaşarken, kulaklarım karmaşa, gürültü, insan sesleri ve ara ara ortaya çıkan müzik tınıları arasında kalmış. Zihnimse bu iki tezat durumun içinden çıkmaya uğraşıyor da uğraşıyor.
Ancak bu kez olması gerektiği gibi yaklaştı duruma. Sakinleşti. Yanımda öylece durmaya başladı. Onun sakinleşmesiyle algı alanımın genişlemekte olduğunu farketmeye başladım ben de. İkimizin didişmeyi bırakıp susmayı başardığımız o sırada eşzamanlı bir şekilde televizyondaki sesler değişti. İki insanın sohbet konuşmalarını algılamaya başladı kulaklarım. Cümlelerin arasından seçilen kelimeler birden ilgi alanı sınırlarımın içine girmeye başladı. Ben dalmış sokak manzarasıyla meşgulken zihnim sakince uyardı beni: “Buraya dön.. ilginç bir konuşma geçiyor… etkileneceğin birşeyler duyacaksın burada… bunu dinle…”
Bu kez gözlerimi sokaktan ayırıp kulaklarımla beraber tüm algımı televizyona çevirdim. Televizyonda çoğunuzun anımsayacağı Bam Teli programında Tayfun Taliboğlu bir jokey klubünün oldukça başarılı jokeylerinden biriyle jokey olma sürecindeki yaşam hikayesi hakkında röportaj yapıyordu. Ufak tefek, mütevazi, güler yüzlü genç bir adam. Tayfun Talipoğlu mikrofonu uzattığında çekingen ama mutlu bir ifadeyle birşeyler anlatıyor.
Yaşanmış yaklaşık 10-11 yıl… Jokeyin dudaklarından 15 dakikada, bir çırpıda dökülen 10 yıl. Hızla, güler yüzüyle, yaşayıp bitirmiş, sonuca ulaşmış olmanın sakinliğiyle anlatıyor. Hani derler ya; “Dile kolay” tam olarak öyle işte. Tayfun Taliboğlu ondan “Başarılı ve yetenekli Jokey Özcan” diye bahsediyor. O ise bu ifadeye suskun ama anlamlı bir gülümsemeyle, utanarak yanıt veriyor. İfadesi sanki “Bunlar normal, abartacak bir şey yok.” der gibi.
Ana temeli İNSAN, insanın gelişimi, dönüşü olan bir işim olduğundan, kişisel en büyük ilgi alanım İNSAN olduğundan, İster istemez duyduklarımı bu açıdan ve Profeyonel Koç gözlüklerim altından dinledim.
Üzerine fazla yorum yapmadan, fark ettiklerimi ve hikayenin içinden çıkardıklarımı yazmadan önce sizinle Jokey Özcan’ın jokey olma öyküsünü paylaşayım:
“Özcan Siirt’in bir köyünde doğmuş. Şu an 27-28 li yaşlarda. 11 tane kardeşten biri. Annesi de babası da okuma yazma bilmiyor. İlkokulu taşımalı eğitimle köyde okumuş. Ortaokula geçtiğinde okulları kapatılmış. Dolayısıyla okuyamamış. “Okumayı çok isterdim. Herkes gibi…” diyor. Bundan 10-11 yıl önce Adana’da evli olan ablasının yanına gelmiş çalışmak için. Adana’daki Jokey klubünde atların ahırlarının temizliği ile ilgilenmek üzere işe girmiş. Bu sırada söylediğine göre tatsız olaylar yaşamış ve ablasının evinde kalamamış artık. Olayların detaylarından hiç bahsetmiyor. Sadece “Tatsız şeyler yaşadık, bir daha onların evine gidemedim” diyor. Ailesi, ablası ile kaldığını sanarken, o artık evsiz kalınca jokey kulübünde ahırlarda kalmaya başlamış. Hem yatacak yer hem yemek sağladıkları için karın tokluğuna jokey kulübünde ahır temizlikçisi olarak çalışmaya devam etmiş. Bu sırada atlara olan sevgisi ve işini iyi yapıyor olmasından dolayı onu seyis yapmışlar. Terfi etmiş yani. Atlardan öyle saf bir sevgi ile bahsediyor ki, gözleri parlıyor onları anlatırken. Jokey kulübündeki hocalardan biri bir gün, “senin boyun kısa, atletiksin de. Senden iyi jokey olur, at binmeye başla” demiş. O güne kadar aklından hiç geçmemiş böyle bir şey. “Düşündüm” diyor. “Ben jokey olmak ister miyim? diye düşündüm”
Sonra atları çok sevdiği için at binmeye başlamış klüpte. Sabahları çok erken saatlerde antrenman yapıp, sonra ahırda atları ve ahırı temizliyormuş. “Zorlanmadın mı?” diye sorulan soruya “Sabahları kalkmak hiç zor değildi, sevdiğiniz bir şeyi yapmak insana zor gelmez ki” diye karşılık veriyor. Bu antrenmanlar sırasında bir gün attan düşmüş ve bacağını 4 yerinden kırmış. Hastane de yatmış. O hastanede yatarken Adana Ceyhan depremi olmuş. Kalacak ve iyileşecek evi olmadığı için Siirt’e eve dönmüş. Orada birkaç ay yatmış. “Evde yatarken hocanın bana senden iyi jokey olur sözünü, atları, yarışları düşündüm. Atların nasıl da azimle kendileriyle, birbirleriyle yarıştıklarını ve çok belli hedeflere koştuklarını düşündüm. Onlara binen jokeyler için de durum aynı. Hedefiniz var. Hep bir sonraki yarışta daha iyi derece yapmak amacınız. Atla sizin aranızda da kopmaz bir bağ oluyor tabiki.” Diyor. Sonra kesin karar vermiş jokey olmaya. Bu iş bana göre demiş. Ailesine “Ben İstanbul’a jokey olmaya dönüyorum” demiş ve dönmüş. Jokey okuluna kayıt olmaya gittiğinde en az ortaokul mezunu olmak gerektiğini öğrenmiş. Tabi Özcan İlkokul mezunu. “Hiç umudumu kaybetmedim, ilk olarak madem okulu bitirmek lazım, o zaman gidip bitiririm dedim” diyor. Tekrar Siirt’e dönmüş. Milli eğitime başvurup dışarıdan sınavlara girip ortaokul diplomasını almış ve İstanbul’a dönmüş. Jokey okuluna kaydolmuş. Yine hem ahır temizliği hem de okulda antrenmanlara devam etmiş. Hızlı bir başarı göstermiş. Belli bir süre sonra jokey okulunun İrlanda’ya 6 kişi eğitime göndereceğini duyurmuş. Çalışmış, çabalamış. Gönderilecek 6 kişi arasına girmiş. Hiç yabancı dili de yokken kalkmış gitmiş İrlanda’ya. “Zordu tabi süreç, ama hayatta kimin hayatı kolay ki? Kim emeksiz başarıyor ki? Ben hiç zorlukları düşünmedim, tek düşündüğüm çok iyi bir jokey olmaktı” diyor. “İrlanda’da ilk üç ay zorlandım, sonra dili söktüm her şey kolaylaştı” diyor gülerek. 6 ay kalmış orada. İrlanda’daki hocası “gitme burada kal, sen çok iyisin. Burada jokey ol” demiş. Ama buradan giderken tüm masrafları karşılanarak gönderildiği için dönüp 2 yıl hizmet vermek zorundaymış jokey kulübünde. Mecburen dönmüş. Artık jokey olarak yarışlara çıkmaya başlamış. “jokey olduğunuzda yarış kazanmadan para kazanmaya başlamıyorsunuz. İlk 4’e girmezseniz para mara yok” diyor. 6. yarışında kazanmış. İlk 4’ girmiş. ilk parasını kazanmış. “Az bir paraydı ama bu başardığımın kanıtıydı. Parayı eve gönderdim. Ben paraya hiçbir zaman önem vermedim. Amacım yaptığım işi iyi yapmaktı. Siz işinizi iyi yaparsanız para zaten veriyorlar” diyor. Sonra arkası gelmiş. Başarısı ve kazancı artmaya başlamış. Ailesine Adana’dan ev almış. Kendine de bir araba. Şimdi 5 kardeşini de kendisi okutuyormuş. Gururla anlatıyor. “Okusunlar, kız erkek farketmez. Benimki kadar zor olmasın hayatı onların” diyor.
“Ailem önemli benim için. %99 risk altında çalışıyoruz. Bir yarışa gider ve dönemeyebiliriz. Ne kadar işinizi iyi yapsanız da bu bazen yetmez. Sizi sevenlerin duaları önemlidir. Onların duaları ve güzel düşünceleri sizin şansınızı artırır. Ben buna inanıyorum” diyor.
Tayfun Taliboğlu soruyor, “ Bu başarını nasıl değerlendiriyorsun? Bu kadar hızla başarılı olmanı ne sağladı?” “Öncelikle İNANDIM. Yapabileceğime inandım ben. İnanç her şeyin başıdır. Sonra yılmadım, vazgeçmedim. Çünkü bunu yapmayı çok istediğimi ve bu işi çok sevdiğimi biliyordum. Azmettim ama hırslı bir insan değilim. Bir de altıncı his derler ya, ben de onun gibi bir şey var. Birilerinin benimle böyle bir röportaj yapacağını da hissetmiştim” diyor gülerek.
“Bana sen çok yeteneklisin ondan oldu diyorlar ama bence her insan bir şeyi çok isterse mutlaka yapar. Herkes yapar. Ben sadece çok istedim” Diye bitiriyor cümlesini…
Bir yaşam kesiti… yaşanmış anılar… duygular… iç sesler… değerler… inançlar… kimlikler…
Özcan kalınlaştırdığım cümlelerde herşeyi özetlemiş aslında. Bir insanın hiç bilgisi olmasa da, el yordamıyla da olsa, KENDİ’ni ve hedeflerini nasıl var edeceğinin çok güzel bir örneği. Bizlerin koçluk sürecinde araştırmaya çalıştığımız;
- Ne istiyorum?
- Bunun benim için değeri ne? Bunu yapmak neden önemli?
- Buna nasıl ulaşabilirim? Neler yapacağım?
- Bunu kararlılıkla nasıl sürdürürüm?
- Bu sonuca ulaştığımı nasıl ve nereden bilirim?
Sorularının yanıtlarını anlatıyor röportajda. Sade, basit, anlaşılır ve gayet uygulanabilir, modellenebilir bir şekilde…
Ne istediğini bilmenin, engellere değil, “Nasıl çözeriz?” e odaklanmanın, pozitif düşünmenin ve olumluya odaklanmanın, planlı ve disiplinli bir şekilde çaba göstermenin, kendini motive etmenin ve kararlılığın, inanmanın, yaşamayı ve kendini sevmenin mutlaka bir insan yaşamında sonuç getirdiğini gösteriyor kendi yaşam öyküsüyle.
Çok umut dolu ve yüz güldüren bir yaşam öyküsü.
Her şey İNSAN’ın kendi elinde. Yaşam, insanın kendi yaşamını eline almaya cesaret etmesinden geçiyor. Ve koçluk ne muazzam bir araç ki, insanın yaşamını kendi eline almasına büyük bir fırsat sunuyor.
YAZAN: Sema Keser Tezer
05.03.2010