Sonsuz Bütünlüğe Ulaştıracak Bir Roman
Bilgisayar bilimleri bölümünde okuyan genç bir öğrencinin hikayesi ve onun parçalanmış bir dünyadaki anlam arayışı, Ken Wilberın bu muhteşem kitabının zeminini oluşturuyor. “Zihninin rahatlamasına izin ver. Zihninin rahatlayıp genleşmesine, önündeki gökyüzüne karışmasına izin ver. Sonra fark et: gökyüzünde bulutlar süzülüyor ve sen hiçbir çaba sarf etmeden onların farkına varıyorsun. Duygular da bedende süzülüyor ve sen çaba sarf etmeden onların da farkındasın. Düşünceler zihinde süzülüyor, sen onların da farkındasın. Doğa süzülüyor, duygular süzülüyor, düşünceler süzülüyor… ve sen onların farkındasın.”
“Öyleyse söyle bana: Kimsin sen?
“Sen düşüncelerin değilsin, çünkü onların farkındasın. Sen duyguların değilsin, çünkü onların farkındasın.
Sen görebildiğin hiçbir nesne değilsin, çünkü onların farkındasın.”
“İçinde bir şey tüm bunların farkında. Öyleyse söyle bana: Her şeyin bilincinde olan içindeki o şey ne?” “Benliğinin saf özünde, herşeyle bir olduğun yerde, öyle kapsayıcı, bir gerçekliğe dahil oluyorsun ki bu eşit derecede ve bütünüyle hastalığı ve sağlığı, mutluluğu ve ıstırabı, başarıyı ve başarısızlığı içeriyor.Ve Bütünle bir olduğun noktaya kadar, hem iyiye hem de kötüye yansıyan ışık sen olacaksın. Egon için iyi düşüncelere asılarak iyilere tutunup kötülerden kurtulmaya çalışmayacaksın.” “Elbette hepimiz sağlıklı olmak isteriz, hasta değil; maddi açıdan güvencede olmak isteriz, yoksul değil; sevgi dolu olmak isteriz, nefret dolu değil ve tüm bunlar için çok çalışmak kesinlikle anlaşılır bir tavırdır. Ama ben kendi gerçekliğimi yaratırım iddiasını yaparken çok dikkatli olmalıyım, çünkü ben derken aslında hangi beni dinliyorum? Egomu mu, benliğimi mi? İçimdeki egoyu mu, içimdeki Bütünü mü? Çünkü içimdeki Bütün sadece beni önemsemekle kalmaz. İçimdeki Bütün büyük ve küçük her şeyin içindedir ve o Bütün tüm evreni yaratır: güneşi ve ayı ve yıldızları, okyanusları ve yağmurları, bu dünyanın uluslarını ve onların insanlarını, aydınlığı ve karanlığı kapsayan kendi gerçekliğini yaratır. Ama ben kendi gerçekliğimi yarattığımı iddia etmeye başladığımda ve o gerçeklik, sadece yeni bir araba almak, yeni bir iş bulmak, daha çok para, şöhret, hastalık yerine sağlık, üzüntü yerine mutluluk, acı yerine sevinç, karanlık yerine aydınlıktan ibaret olduğunda, belki de durup sormalıyım: Hangi beni dinliyorum? Çünkü artık her şeyle bir olmuyorum, değil mi? Evrenin, sadece benim küçük arzu ve isteklerimle yönetilen küçük bir dilimiyle bir oluyorum. Ve bu Bütün falan değil, bu egodur.” “Bu yaklaşımların birçoğunun temel özelliği, yeniden etiketleme sürecidir. Yani, sen şu anki egosal halini alır, onu spiritüel, ilahi, kutsal olarak etiketlemeyi öğrenirsin. Egonu Tanrıça diye, Kutsal Benlik diye, Baş Melek falan filan… diye adlandırırsın. Sonunda dayanamazsın ve egonun en derin köşelerini Tanrı diye etiketlersin ve işte insanların yeni spiritüel paradigma dedikleri bu durumlardır.”