Ressam tuvale bakar. Fırçasını boyaya batırır, boyayla ıslanmış fırçayı tuval bezinin üstünde dolaştırır. Fırçasını boyaya batırır. Fırçayı tuval bezinin üstünde dolaştırır. Ressam tuvale bakar. Her seferinde tek bir fırça darbesi. Yaşamımızın her günü… Böyle oluyor işte.
İşte senin boya kovan, Jamie; içinde önermeler yüzüyor döne döne. işte fırçan; daldırıp gerçeklik olarak neyi kabul edeceksen kovadan al.
İşte tuvalin; YAŞAM...
Bu cümleler, Richard Bach‘ın kendi minik, içi sonsuzluk dolu olan romanı Hipnozcu’dan alıntıdır. Bu kitabı, içindeki kelimelerin katmanlarını, katmanlardaki kaotik fırtınayı ve o kaosun içindeki sadeliği en güzel anlatan hikaye.
Yaşam kendi başına bir hipnoz süreci mi? Sonsuz sayıdaki önermeler havuzundan her an birilerini seçip onlara “inanıp” gerçekliğimizi kendimiz mi belirliyoruz.
“Ya gerçekte var olmayan zincirlerle bağlandığımıza inanıyorsak ve çevremizdeki dünya inandıklarımızı yansıtan mükemmel bir aynaysa…?”
O halde nasıl hipnoz etkisinden çıkarız? Bilinç dışı önermeleri bilinçli seçimle karşıt önermelere nasıl dönüştürürüz? “Buna” değil de “şuna” inanmak bizim elimizde ise ve çevremizdeki herşey bir hipnotik illüzyonsa, gerçek nedir?
Neye inanmak, o tuvalin başındaki ressamlar olarak elimizdeki fırçalarla hangi resimleri yapmak istiyoruz?
Bu kitap cevapları değil, soruları barındırıyor içinde…
Herşeyin bir illüzyon olduğu bu evrende “Soru Sormak” belki de tek gerçeğimizdir kim bilir?
Keyifli, meraklı ve bol sorulu okumalar dileriz…