Makaleler Öneriler

Işığın Ötesinde

Yazan: Profesyonel Erickson Koçu, Yeşim Engin

Güneş yüzüne parlıyordu. Uzaklardan buram buram burnuna gelen papatya kokusu, sabah annesine topladığı kir çiçeklerini suya koymadığını hatırlattı bir an. Neyse, eve döndüklerinde hallederdi, şimdi bunu düşünüp keyfini kaçırmamalıydı. Annesinin elini daha da sıkıca tutup kalabalığa doğru yürüdüler. Annesinin etrafı birden kendi yaslarındaki diğer çocuklarla çevrildi, az evvel sıkı sıkıya tuttuğu eli gittikçe gevşedi. Birden annesini ortalarına alıp sarmalayan çocukların oluşturduğu halkadan dışarıda kaldı. Kendini biran ayrı hissetti, diğer çocuklara imrendi. Kendisi de öğretmenine böyle sıkı sıkıya sarılabilseydi keşke. Ama kendi öğretmeni farklıydı. Öyle sıkı sıkı sarılmazdı çocuklar ona… Çok severlerdi ama izin verilmezdi öyle yakınlaşmalarına.

Daha 8-9 yaşındaydı, belki de daha küçük. Dışarıdan yaşıtlarının arasında gülümseyen annesine baktı. Ne kadar güzeldi. Seviyordu çocukları… Tüm çocukları… Ablasını ve kendisini sevdiği gibi. Gururla doldu içi. Biliyordu annesinin sadece o çocuklara değil, ailelerine de ne kadar destek olduğunu. Annesi herkese destek olmaz mıydı? Eğitim Enstitüsü’nde başlayan yolculuğu köy okullarında daha 20’lerinin başında genç bir kızken köyün en deneyimlilerinin bile arada gelip fikir danıştığı, akşam saatlerinde anne-babalarına da okuma yazma öğrettiği, çapa yaptığı, onlarla yöresel ekmekleri pişirdiği bir dönemle zenginleşmişti. Şimdi ülkenin başkentinde, hala kim bir konuda fikir istese annesine gelirdi. Ne çok şey biliyordu annesi ve ne cömertti bildiğini paylaşırken. Kimseden çekinmez, kimseyi ötelemez, ötekileştirmezdi. Kalbi çok büyüktü… O an karar verdi, O da annesi gibi insanlara yardım eden bir kadın olacaktı. Bildiğini paylaşan, herkesin yardımına koşan. Çok paylaşmak için de çok şey bilmeliydi. Çok okumalı, çok şey öğrenmeliydi. 4 yaşında okumayı yazmayı kendi kendine öğrendiğini duyan insanların dediği gibi ‘büyük adam’ olmalıydı. O ‘büyük kadın’ olacaktı. Kafasına koydu, elinden geleni yapacaktı.

……………………

Yüzüne vuran güneşle uyandı, saate baktı. Yavaşça yataktan doğrulup perdeyi açtı, camı araladı. Her sabah ilk yaptığı iş güneşe yüzünü tutup, gözlerini kapatıp birkaç dakika kendine dönmekti. Sağlıkla kalkılan bir sabah, aşağıdan bıcır bıcır sesleri gelen çocukları. Yanında huzurla zamanın nasıl geçtiğini anlamadığı eşi… İşte yeni bir gün daha başlıyordu. Sahip olduklarına şükrederken bir yandan da içinde bir boşluk olduğunu fark etti. Bir süredir vardı bu his. Bir şeyler eksik. Evet, elindekiler çok değerliydi ancak sanki yapması gereken bir şeyler vardı ve yapmıyordu. Üzerinde durmadı, keyfinin kaçmasını istemedi. Şu anda yapması gereken bir sürü şey varken, en son istediği şey keyfini kaçıracak bir şeyler olmasıydı. 

Gün her zamanki gibi geçerken ara ara o boşluk hissi yokluyordu onu. Kahvesini alıp bilgisayarının başına oturduğunda mail kutusunda bir mail fark etti, henüz okumadığı ve tanımadığı birinden. Heyecanla üzerine tıkladı ve okumaya başladı. Bir yardım çağrısıydı. Ülkesinden uzakta, kabul görmeye çalıştığı bir ülkede kendini yapayalnız hisseden bir kadının çağrısı. Kendisi gibi isim yapmış bir üniversiteden mezun olduğunu, eşinin peşinden ülke ülke dolaştığını ve şimdi bulunduğu ülkede kendini yalnız, çaresiz ve ‘işe yaramaz’ hissettiğini yazmıştı. Okuduğu, duyduğu bir kadının çığlıklarıydı. Nasıl bulmuştu kendisini, mail adresini acaba? Çok da zor olmasa gerekti. Zaten kendini bildi bileli ihtiyacı olan birilerine koşmaz mıydı? Kendi dertlerini düşünecek zaman bile kalmazdı bazen insanları dinlemekten. Şükür duygusu gelişmişti. Tabi bu sayede ancak bazen yorulduğunu ve destek olamadığını da hissediyordu. Acaba üniversitede ‘psikoloji’ mi okusaydı? Ya da çocukluk döneminden itibaren herkesin kendinden beklediği gibi Tıp Fakültesi’ne girip insanın karmaşasını çözecek ve yardım sunabilecek bir dalda mı geliştirseydi kendini? Çaresizliğin damarlarında aktığını hissetti, bir şeyler yapmalıydı. Kendisinin de zaman zaman içinde her zaman var olduğuna inandığı o basit cevaplara ulaşamadığı dönemleri hatırladı. Çocuklardan, işten çok bunaldığı ve içinde har bir ateş gibi yanan o güçlü kaynağa ulaşamadığı, varlığını bildiği değerlerini kullanamadığı anlar geldi gözünün önüne. Oysa ne çok güvenirdi kendisine ama iste bazen özgüveni yüksek olmasına rağmen O bile yaşadıysa bunları, hayatında daha zorlayıcı deneyimleri yaşayan birçok kişi neler yaşıyordu kim bilir?

O gün akşam günün telaşı geçip kendiyle oturduğunda şöyle bir yokladı tüm bildiklerini. Yakın zamanda ‘Koçluktan’ söz ediyordu etrafındaki birçok kişi. Belki de aradığı kaynak buydu. Neydi bu koçluk? Nasıl koç olunuyordu? İncelediği hemen hemen tüm kaynaklar ortak bir yere ulaşıyordu, ICF (Uluslararası Koçlar Federasyonu). Yaptığı her şeyin o an elindeki en iyi çözümden doğmasına önem verdiği için ICF ile ilintili bir yerlerden bu eğitimi alması gerektiğini düşündü. ICF sayfasına girip incelediğinde yaşadığı ülkede bir kaynak göremedi, bir eğitim kurumundan bahsedilmiyordu. Türkiye’de eğitim veren nereler var diye baktığında içine en sinenlerden iki üç tanesine mail atıp bilgi istedi.

………………………

Yoldaydı işte, nihayet heyecanla eğitimin yapılacağı yere doğru yola çıkmıştı. Neler bekliyordu kendini bu yolda? Koçluk geçen haftalarda deneyimlediği gibi bir şeyse doğru yoldaydı. “İçinden çıkamadığım bir anda bana koçluk yapan, yeni tanıştığım o güzel kadının soruları ile nasıl da çözülüverdi tüm düğümler… Nasıl da cevabıma ulaştım… Hem de O hiçbir şey söylemedi aslında, kendim ulaştım cevabıma…” diye düşünürken hayal etmeden duramadı. Nasıl bir koç olacaktı? Kimlerin hayatına dokunacaktı? Kendisi nasıl bir dönüşüm deneyimleyecekti? Belki çocukları ve çevresindeki diğer insanlarla iletişimini de güzelleştirecekti bu eğitim. Nasıl da güzel bir histi seneler sonra öğrenci olarak defter kitap taşımak.

Eğitimin yapılacağı yere girdiğinde önce herkesi selamlayıp kendini tanıttı. Diğerleri pek de sessizdi, e yine en çok kendi konuşacaktı, belliydi. “Kendimi kontrol etmeliyim” dedi. “Az ve öz konuşup, sakince diğerlerinin konuşmasına fırsat vermeliyim” diye geçirdi içinden. Bilmiyordu ki, dakikalar sonra başlayacak eğitim kendinde daha birçok şeyi değiştirmesi ve dönüştürmesi için çıktığı en özel yoldu.

…………………

Güneşin yüzüne vurmasıyla kısarak açtı gözlerini, saate baktı. Heyecanla kalktı yataktan, perdeyi çekti, yüzünü güneşe doğru uzattı ve gözlerini kapatıp kendini dinledi. İçi huzurla doluydu. Camı açıp taze havayı içine çekti. Ne güzel bir gündü, sağlıklıydı, istediği her şeye sahipti ve tamdı. Telefonundan gelen hatırlatma sesi ile irkildi. Bir saat vardı seansına. Dünyanın bir ucundan daha önce hiç tanımadığı birisi ile yapacağı bir koçluk seansı. Aklından aynı anda birçok soru geçirdi. “Kim bilir nasıl birisi? Kim bilir ne düşünüyor şu anda? O da benim gibi heyecanlı mıdır? Seanstan sonra neler değiştirecek hayatında? Neleri fark edecek kendisi ile ilgili? Kendini keşfedecek nasıl bir yolculuk olacak bu seans O’na?” ve O’nun bu yolculuğuna tanıklık edecek olmanın heyecanı ile koşarak hazırlanmaya başladı. Tam, bildiğinin en iyisini yapan, kendinin ve çevresinin farkında yeniden doğmuş bir Anka kuşu gibi…