Yazan: Profesyonel Erickson Koçu, Seçil Güven Mehmetoğlu
Okumak, okurluğumuz; ne doğal bir süreç ne de doğuştan geliyor. Aksine doğal olmayan kültürel bir icat ve insanın edindiği en büyük becerilerden biri. Beceri çünkü yaşamdaki bir çok kazanım gibi üzerine düşündükçe ve çalıştıkça gelişebilir.
Neredeyse 6 bin yıldır insanlık bunun üzerine çalışıyor. Bu zaman, insanlık tarihinde, okuma tarihi için, gece yarısından hemen önceki meşhur tik işaretinden biraz daha fazlasını gösterir sadece. Yürünecek, üzerine çalışılacak çok yol var okurluğumuza dair. Peki biz bu yolu nasıl yürürsek daha şefkatli ve kararlı bir yol olacak ?
Ne mutlu ki beynimiz, temel tasarımı nedeniyle pek çok doğal olmayan şeyi öğrenmeye, doğru bildiklerini sorgulamaya, düşünmeye ve dönüştürmeye hazır.
En iyi bilinen tasarım ilkesi olan nöroplastisite, beynin yapısal veya fizyolojik değişikliklere uğrama yeteneği, eski parçaları birleştirerek yeni bir devre oluşturabiliyor, mevcut nöronları geri dönüştürebiliyor.
Okurluk devremize de nöroplastisise sayesinde zamanla daha yeni, etkin, anlamlı ve ayrıntılı dallar ekleniyor. Okurluğumuza her an koçluk yaptıkça ihtiyacımız olan bu dönüşümü kendimize göre şekillendiriyor ve anlamlandırıyoruz.
Yeni okumaya başlayan bir insanda okurluk devresi, dil gereksinimleri ve öğrenme ortamlarına bağlı olarak gelişiyor. Dünyanın dört bir yanındaki çocuklar, öğretmenler ve ebeveynler olarak bir çoğumuzun düştüğü en temel yanılgı, okumanın insanlar için doğal olduğu ve dil ve konuşmak gibi birden bire “bütün ve doğal bir kumaş” olarak ve sürekli yükselen bir ivmeyle ortaya çıkacağı varsayımıdır.
Durum ise tam olarak öyle değil. Peki Nasıl ?
Temel oturduktan sonra üzerine sürekli çalışma ile okurluk merdivenlerinde basamaklar geziyoruz. Zaman zaman o basamaklarda şifreler çözmek, kimi zaman eğlenmek, kimi zaman sadece bir üst basamağa geçiş için okuyoruz. Bu basamakları dilediğimiz gibi, dilediğimiz renklerde hayal edebiliriz. Bazı basamaklara tekrar inip bir süre oralarda kalıyor sonra tekrar çıkıyoruz. Bazı basamaklarda uzunca süre kalıyoruz. Sadece bazı basamaklarda anlam buluyoruz. İşte o anlam bulduklarımız en sevdiğimiz, baş ucu kitaplarımız olarak bize yaşam boyu eşlik ediyor. Üstelik bu anlamın kitabın tamamında olması da gerekmiyor. Bazen kapağı, yazarının bir duruşu, içinden bir cümle veya karakterin davranışı bile oluyor.
Bazen eksik kalan bir okuma devremizin bir çocuk kitabı ile, bir polisiye ile, araştırma yaptığımız bir konuda bir romanın bir karakteri veya bir cümlesi ile tamamlanması, bazen de bir çocuğun bir yetişkin kitabının kapağına bakarken okurluğu ile ilişkisini sürdürmesi bu yüzden.
Hangimizin hangi basamakta ne kadar kalacağı ve ne alacağı, ne kadar ineceği, veya çıkacağı yaşımızdan, deneyimimizden önce, ihtiyaçlarımıza ve yaşam döngümüze göre değişiyor.
Tam da koçluğumdan hareketle burada şu sorular geliyor aklıma; Ben Nasıl Bir Okurum ?
Montaigne’den esinlenerek, okurluğuma dair ne biliyorum ve dahası neleri bilmiyorum ?
Tanımlama ihtiyacım ortaya çıkıyor tüm bunlara yeniden bakınca. Geniş bir perspektiften baktığımda hem istediğim hem de ihtiyacım olan okumaları yapmaya önem veren, ikisini de bilinçli bir farkındalıkla seçen bir okur canlanıyor gözümde.
Böyle bir okur olmak benim için neden önemli ?
Çünkü ne okuduğumuz, nasıl okuduğumuz, ne anladığımız, hayatımıza nasıl dahil ettiğimiz temelleriyle gelişiyor okurluğumuz ve nasıl düşündüğümüzü de değiştiriyor, dönüştürüyor.
Okurluk, Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Piramidinin en üstünde olan kendini gerçekleştirme ihtiyaçlarından birisini karşılasa da her insan, piramidin tüm evrelerindeki ihtiyaçlarını, okurluğu ve kitaplar aracılığı ile gözden geçirebiliyor.
Farklı uzmanlar bazı ince ayrıntılar üzerinde hemfikir değillerse de, giderek artan bir bilimsel literatür, okumanın temelde bir şefkat egzersizi olduğunu gösteriyor. Kendimizden çok farklı karakterlerin bakış açısını alarak zekamızı bir çok kanaldan besliyor. Bu etki okurken beyin dalgalarınızda tam anlamıyla görülebilir halde. Kitabınızdaki bir karakter tenis oynuyorsa, beynin fiziksel olarak sahada olsaydınız aydınlanacak olan alanları okurken aktive oluyor.
Ne demiş Goethe?
“İçinde iyi bir yanı bulunmayacak kadar kötü kitap yoktur!”
En kötü ihtimalle uyutur, bu da dinlenme ihtiyacımıza cevap veriyoruz demek.
Belki sıkılırız elimizdeki kitaptan, eğlenmek ve rahatlamak için henüz aradığımızı bulamadık, aramaya veya bedensel bir harekete ihtiyacımız var demek.
Belki acıktırır, susatır, fiziksel bir ihtiyacımız bize sinyal veriyor demek.
Bazen yaşamın anlamını ya da ölümü düşündürür bu da yaşama arzumuza, daha iyi insan olmamıza sahip çıkıyoruz demek.
Burada yazanın ve olanın benimle alakası yok demek, alakası olana, ben kimim sorusuna cevap arıyoruz demek.
Belki de “ben bunu hayatta yap(a)mam” demek, “ya yaparsam”a çaktırmadan aralıktan bakıyoruz demek.
Sevelim, sevmeyelim, bir sayfa okuyalım, tamamını bitirelim okurluğumuz bizimle konuşur.
Okurken Ne Görürüz kitabının yazarı Peter Mendelsund bunu şöyle tanımlar ;
“Bir kitabı ilk açtığınızda bir sınır bölgesine girersiniz. Ne bu dünyada, yani bir kitabı (elinizle) tuttuğunuz fiziki dünyadasınızdır. Ne de o dünyada (kelimelerin işaret ettiği metafizik mekânda). Bu çok boyutluluk bir yere kadar genel okuma hissini tarif eder- insan aynı anda birçok yerdedir.”
Gelişimsel faydaları bir yana Neil Gaiman’ın dediği gibi “Yerimizden bile kalkmadan atıldığımız maceralarla insan aslında tüm evreni okur.”
Başka bir araştırma dizisi, uzun bir süre boyunca harika bir kitapla bir kenara çekildiğinizde gerçekleşen derin okumanın, aynı zamanda odaklanma ve karmaşık fikirleri kavrama yeteneğimizi geliştirdiğini gösteriyor. Ne kadar az okursak (telefonumuzdan yaptığımız sosyal medya okumaları aktif okumaya dahil edilmiyor), bu temel yeteneklerin o kadar çok zayıfladığını gösteriyor.
İstediğimiz okurluğa gelebilmek için hangi küçük adımları atmaya ihtiyacımız var ?
Okumaya başladığından itibaren bir çocuk günde sadece 15 dakika okuduğunda yılda ortalama 1-1.5 milyon kelimeye maruz kalıyor.
Uluslararası platformda, okurluğun gelişimi için hazırlanan Eğitim Liderleri Rehberi’nde yer alan istatistiklere göre;
İnsanların %54 ü her gün 15 dakikadan az okuyor,%28 i 15-30 dakika.Sadece %18 i 30 dakikadan fazla okurluğa zaman ayırıyor. Bu sadece Amerika’da yapılan bir grup araştırması.
Bu araştırmayı dünyaya yaydığımızda %54 lük dilimin çok daha yükseğe çıkacağını görmek çok zor değil. Düşünsenize %54 ün de 15 dakika okurluğa zaman ayırdığını, Dünya nasıl bir yer olurdu ?
Aynı hesaplamayı bir yetişkin için hesapladığımızda her gün odaklı olarak okurluğuna 15 dakika zaman ayıran bir yetişkin bir yılda ortalama 200-300 sayfalık, 15- 20 kitap bitirebilir.
Her gün 15 dakika okumak; belki hedeflediğimiz tüm kitapları okumak için yeterli bir zaman olmayabilir ancak nöronlar arasındaki yapıştırıcı hücrelerimize, nöronlarımızın arasındaki bağlantıyı kurmak için yeterli zamanı vermiş oluruz.
Günde 3 bin, yılda 1 milyondan fazla kelimeyi nöronlarımıza iletmiş oluruz.
Ve daha önemlisi o kelimelerden oluşan imgeler ve anlamlar, yaşamımızdaki deneyimlerle etkileşime girmeye başlar. Bu etkileşimlerden yaşamıma uyarlayacak, harekete geçirecek bir adım mutlaka gelecektir.
Peki okuyacağım kitaba nasıl ve neye göre karar veriyorum?
Hayatımda daha iyi olmak, gelişmek, farklı bir açıdan bakmak, bilgi almak ya da içinde bulunduğum dar boğazı aşmak istediğim konu ne diye düşünmeye başladığımı fark ediyorum.
Böyle düşününce konuları ya da kapaklarından ihtiyacımla bağlantı kurduran bir kitaba uzandığımı fark ediyorum. Hiç bir kitabın içini okumadan tam olarak bilemem elbette. Hatta tam olarak okusam da o andaki dinamiklerime göre şekilleneceğinin farkındayım. Kendimin o andaki ihtiyacına odaklandığımda bazı anahtar kelimelerin zihnimin ekranında daha parlak, renkli ve kalın yandığını görüyorum.
Ne tür bir kitap içimdeki sorulara cevap olurken beni destekler ? diyerek bir çok türü tararken, Katherine Rundell, Neden Çocuk Kitapları Okumalıyız kitabı ile yardımıma koşuyor;
“Çocuk kitapları bana eskiden olduğu gibi şimdi de umudu anlatıyor. Diyorlar ki; bak, cesaret böyle bir şey. Cömertlik böyle bir şey. Çocuk kitapları bana büyücüler, aslanlar ve konuşan örümcekler aracılığıyla, yaşadığımız dünyanın şakalar yapan, çalışıp didinen ve acılara katlanan insanların dünyası olduğunu anlatıyor. Çocuk kitapları der ki; dünya kocaman bir yer. Der ki; umut kıymetli. Der ki; yiğitlik önemli, ince zeka önemli, sevgi önemli”
Ve tüm bunları tekrar gözden geçirdiğimde Okur olan ben kimim? sorusu beliriveriyor karşımda.
Bu kimliğini tüm kimliklerinin merkezinde tutan, okurluğunu tüm yönleriyle kucaklamış, kabullenmiş, gelişmek için her gün adımlar atan, soran, sorgulayan yaşamımın tüm alanlarına, o alanın ihtiyacı olan kitapları bırakan bir ben geliyor gözümün önüne. Hemen karşı köşemde ise, bir kütüphanenin önünde, elinde bir kitapla;
Kısacık yaşamında, koca bir ülkenin bağımsızlığını, demokrasiyi, devrimlerini, medeniyetini, bilincini oturtan, Cumhuriyet’i kuran, sadece kayıtlı 4 bin, kayıtsız kim bilir kaç kitap okumuş olan Mustafa Kemal Atatürk göz kırpıyor bana.