Makaleler Öneriler

Talebe

Yazan : Hasan Berkay Yalçın / Profesyonel Erickson Koçu

Tavşanın peşinden koşar Alice, yol ikiye ayrılır… Tavşan durur, Alice de durur. Alice tavşana sorar; “Hangi yoldan gideyim?”

Tavşanın verdiği cevap: Nereye gideceğini bilmiyorsan, hangi yoldan gittiğinin önemi yoktur.

Lise talebelik zamanları… Ebeveynlerimin beni görmek istediği yolda ilerlerken iki seçenek vardı; sevmeye çalışmak veya sevmemek. Bu seçeneklerden bile bi haberdim gerçi. Sadece yolda yürüyordum, ‘iyi bir yere çıkacak herhalde’ diyerek. 1995’in yaz tatilinde on altı yaşında ise bir tatil köyünde garson olarak işe başlamıştım. Garsonlar arasında en küçük yaşta olan bendim. Bu nedenle kül tablalarını temizlemek, bardak temizlemek, boşları toplamak ve barın temizliğini yapmak gibi işler bana verilmişti. İlk haftalarda meraklıydım. Merak çocukluğumuzdan bu zamana kalan en değerli miras, ama sonraki haftalarda merak yerini memnuniyetsizliğe, sonrasında mutsuzluğa bıraktı. Yüzüm sirke satıyordu. Ve bir gece, 1:00 civarları barı kapatmadan önce temizliğini yaparken, çalışanlardan Mehmet adında biri beni kenara çekti, konuşmaya başladı. Kaşları genelde çatık, güldüğünü pek anımsamadığım, kavruk yüzlü bir Anadolu delikanlısıydı.  Bilerek veya bilmeyerek hayatımda izi olacak bir konuşmaydı. Tüm sözleri hatırlamıyorum ama aklımda yer eden kısımları şöyleydi, “Suratın mahkeme duvarı gibi, yaptığın işi sevmiyorsun, çok belli. Ve bu bizim umrumuzda değil, etkilemiyor. Sadece kendine ızdırap oluyorsun. Bil istedim. Yarın başka bir iş yaptığında aynısını da yaşarsın bu kafayla”.

Sözlerinin bir kısmını önemsedim. Yol ayrımındaydım. Ya tasımı tarağımı toplayıp, işi bırakacaktım ya da devam edecektim. Meğer kendime sorduğum bir koçluk sorusuymuş ki,  sözlerinden o kelimeyi seçip, altını çizmiştim. Soru şuydu; “Bu işte ne yapsam kendime ızdırap olmam”. Yani;

Yarın neyi daha farklı yapsam daha mutlu olabilirim? Sevmek…

Ardından ikinci sorum geldi; “Sevmek için ne yapabilirim?” Yani; “bugünden yarına küçük bir adım atsam, bu ne olurdu?” Kendime hedefler verdim, mesela günde en fazla kaç tane kül tablası temizliyordum, saydım. Ertesi gün ise bu sayının çok daha üzerinde hedef verip, geçip geçmeyeceğim üzerinde yarıştım ve 1200 kül tablası temizledim diyerek böbürlendim. Bardak kurulamak, en fazla bahşişi kutuya atmak ile ilgili yeni hedeflerim, kendimce KPI’larım oldu, yürüyüşüm bile değişti.  ‘Oteldeki en iyi kapuçinoyu yapmak’ mesela… İnsanın kendine dair keşif yolculuğundaki bir iki soru, en az 10 kilo sütü heba etmeme neden olsa da, o en ideal buhar temasını yakalayıp, en köpüklü, en iyi kapuçinoya benim ulaşmamı sağlamıştı. Değil Bodrum’un, Orta Doğu ve Balkanların en iyi kapuçinosunu yapan garsonu muydum kim bilir, ama kendimce bunu yaşadığım aşikardı. O konuşmanın ardından, yaşadığım yol ayrımında, “Sevmenin” tam olarak nereye götüreceğini bilmiyordum ama o yaşımda en azından yaklaşık olarak yolun nereye varacağını hissetmem için yeterli olmuştu. Talebeliğe döndüğümde de, sonraki yıllarda mühendislik sahalarında da etkisi devam etti.

Bu yaşadığım tecrübeden 25 sene sonra edindiğim koçluk eğitimi, aslında koçluğu geçmişimizde belki de defalarca kendimize yaptığımızı, en basit dille bile olsa o güçlü soruları sorunca, nasıl da işin rengini değiştirdiğini fark ettirdi. Nice hayatlara, sayısız ekolojiye dokunmaya müthiş bir araç olduğunu fark ettirdi. Bu işin bilimi ve sanatına uygun adımlar izlenerek icra edildiğinde, hele ki her insanın, özellikle kendisinin; tam ve bütün olduğunu fark ettiğinde, o an için pozitif niyetiyle en iyi bildiğini yaptığına inandığında, insanların kendi hayatlarına o dokunuşları nasıl da güzelce yapabildiğine ise defalarca tanık oldum. Her bir tanıklık benim için talebeliğimin bitmediğini anlattı. Talebelik artık ömür boyu. Müteşekkirim.