NARINÇ ATAMAN, MA, PCC / 08.02.2011
Gelişim ve Üst Düzey Yönetici Koçu
Tanrım beni baştan yarat!
Sizce şu bildik şarkının sözleri ne kadar doğruluk payı taşıyor? Tanrı yakarışınızı duyup, çok isterseniz, sizi baştan yaratabilir mi? Kaç yaşında olursak olalım değişmek, gelişmek, öğrenmek mümkün mü? Çözüm odaklı profesyonel gelişim koçu olarak bu konu çok dikkatimi çekiyor. Birlikte düşünelim.
Hepimiz sürekli değişim yaşıyoruz. Çözümsüz vakalara bulduğu çözümlerle tanınan Dr. Milton Ericksonadını yaşatan, Kanada’da kurulmuş olan Erickson Koçluk Okulu’nun beş temel ilkesinden birinde belirtildiği gibi “değişim yalnızca mümkün değil, aynı zamanda kaçınılmaz.” Tarzımızı, giysilerimizi, saç biçimimizi, yenileyebildiğimiz daha bir çok şeyi, eğer istersek, sürekli değiştiriyoruz. Değişebilenler yalnızca dışsal unsurlar değil. Positivity kitabının yazarı akademisyen Barbara Fredrickson’a göre kendimize ait içsel değişiklikler sürüp gidiyor biz fark etmesek de.
Şu anda bedeninizde, muhteşem bir düzenek içinde neler farklılaşıyor? Birlikte yaşayan ve uyum içinde çalışan trilyonlarca hücre durmaksızın değişiyor. Bu hücrelerin bir kısmı aslında bir kaç haftada ya da ayda bir değişmekte. Bir kısım hücreler ölüyor yerine yenileri oluşuyor. Bedenimizde muhteşem bir yenilenme mekanizması işliyor. Bilimsel adıyla “apoptosis” yani “programlanmış hücre ölümü” marifetiyle tazeleniyoruz. Yaşadığımız sürece yenileniyoruz.
Bedenimizdeki hücrelerin ömrü bulundukları organa göre değişiyor. Dilimizdeki tad alma hücrelerinin ömrü birkaç saatle sınırlıyken, beyaz kan hücreleri on günde bir, kas hücreleri üç ayda bir yenileniyor. Yerine yenileri oluşan ölü deri hücrelerini eskiden keselemeyle atarken şimdilerde peeling yapıyoruz. Bu değişim göz önüne alındığında, araştırmacıların her gün hücrelerimizin yüzde birinin değiştiğini açıklaması kolay anlaşılır bir bulgu. Her gün yüzde bir! Otuz gün içinde bedenimizdeki hücrelerin yüzde otuzunun, yüz gün sonra hepsinin yenilendiğini hesap etmek zor değil. Kendimize ve hücrelerimize bu şekilde baktığımızda, her üç ayda bir tamamen yenilendiğimize ilişkin apaçık bir kavrayışa sahip oluruz.
Bu tazelenme meselesi sadece hücrelerimizle sınırlı değil. Her sabah uyandığımızda, bir gün önceki düşüncelerimizin de yüzde üçü değişmiş oluyor.
Yaşam tarzını değiştirmek ve eski alışkanlıkları yenileriyle değiştirmek için üç ay gibi bir süreye ihtiyaç olduğunun söylenmesi elbette tesadüf değil. Eski hücreye yeni yöntemler öğretmek kolay olmayabilir. Öte yandan, yepyeni bir hücreye yeni bir hayat, yeni alışkanlıklar, yeni düşünce tarzı ve davranışlar öğretmek mümkün. İşte bu umut verici. Öyle değil mi?
Eskiden biliminsanları beynin farklı olduğunu, beyin hücrelerinin değişmediğini söylerlerdi. Oysa bugün beyin hücrelerinin de belli bir süreç içinde kuruduğu ve yerine yenilerinin oluştuğu anlaşıldı. Bedendeki tüm hücreler gibi beyin hücreleri de solup gidiyor ve yerine yenileri doğuyor.
Hücre yenilenmesindeki hız oranının, sabit bir formüle bağlı olmadığı ve yaşam tarzımız ile birlikte duygularımızla doğrudan ilintili olduğu bilimsel olarak belirlendi. Barbara Fredrickson ve meslektaşları tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre hücrelerimizin zaman içinde kuruyup tazelenmesi hareketliliğimize ve duygularımıza doğrudan bağlantılı. Gereğinden durgun (pasif) bir yaşam tarzı ve her zaman olumsuz duygular içinde yaşayanlarda hücre ölümü daha fazla. Bedenimiz ve beynimiz ne kadar aktif ise hücreler o denli gerektiğince yenileniyor. Tıpkı bunun gibi olumlu duygular ve düşünce biçimi hücrelerin yenilenmesini sağlıyor. Temel bilimlerden biyoloji alanında yapılan araştırmalarla, pozitif düşüncenin insanı biyolojik olarak tazeleyen bir etkisi olduğunu ispatlandı.
Bilimsel buluşlar, olumlu düşüncenin beden ve beyin yenilenmesini nasıl etkilediğini gün yüzüne çıkarmakta. İş yaşamı ve aile içi sorumluluklara bağlı stresin neden olduğu adale spazmları, mide ve baş ağrısı ve diğer sorunların, olumlu duygu durumuna geçiş ve olumlu düşünce tarzını içselleştirmeyle nasıl yok edildiğini kanıtlayan çok sayıda multidisipliner araştırmaya ulaşmak mümkün artık.
Günümüzde iş yaşamının kilit isimleri, karar verme mekanizmalarının başında bulunan kişiler çalışma yaşamına ilişkin hedeflerine doğru ilerlerken bir yandan da (çocukların ve destek bekleyen yaşlıların sorumluluğunu taşımak gibi) aile içi gündelik sorunlara çözüm bulmaya çalışmaktan yorgun. Özellikle de kadın yöneticiler. Yoğun çalışma temposu içinde, yapılacaklar listesinde bireysel gelişime zaman ayırmak ve belki de bir çocuk sahibi olmak genellikle hep “sırasını bekleyenler” konumunda kalıyor. Kişinin bireysel “yapılacaklar listesinde” bir şeyler istenildiği gibi gelişmediğinde, az önce sıraladığım, insanın mutluluğunu ve yaşam kalitesini etkileyen semptomlar (belirtiler) zamanla yerini kendini suçlamaktan özgüven yitimine kadar birçok olumsuz duyguya bırakıyor.
Bu duygular bir süre görmezden gelinse de bir süre sonra ağrılar, kramplar, uykusuzluk, panikler, yerinde sayma ve başarısızlık korkusu ve en önemlisi umutsuzluk baş gösterebiliyor.
Yukarıda yer yer alıntılar yaptığım, Michigan Üniversitesinde yapılmış olan araştırma gibi başka bir multidisipliner araştırma Boston Üniversitesi bünyesinde tamamlandı. Araştırma sonuçları, koşullar ne olursa olsun, olumlu duygu durumuna geçmeye, düşünce sistemini pozitif algıya çevirmeye yarayan basit bir yöntemi müjdeliyor. Boston Üniversitesince yürütülmüş olan ve Journal of Alternetive and Complimentary Medicine dergisinde yayımlanan araştırma sonucuna göre beyindeki en önemli nörolojik iletgen ve gelişimsel sinyal olan gamma-amniyobütrik asit (GABA) düzeyinin yoga ve meditasyon yapanlarda yüksek olduğu ispatlandı. Bölgesel haberleşmeden sorumlu olan ve beyinde üretilen GAMA adlı bu temel yapıtaşı amino asit aslen beynin doğal sakinleştiricisi. Uykusuzluk, kalp çarpıntısı, depresyon ve PMS (kadınlarda adet öncesi sendromu) gibi durumlarda GABA düzeyi düşüyor.
Peki, GABA düşük olunca ne oluyor? Özetle fiziksel, zihinsel ve duygusal bozukluklar meydana geliyor. Yukarıda söz ettiğim, sağlıklı bireylerden oluşan iki grupla yapılan araştırmada birinci gruptakiler haftada üç kez bir saat yoga yaparken ikinci gruptakiler aynı sürede yürüyüşe çıkmış. Elbette çalışmaya başlarken ve araştırma boyunca katılımcıların beyin hareketleri MR görüntüleme teknikleriyle ve duygu durumları da uzmanlarca saptanmış. Yoga ve meditasyonun GABA düzeyini yükselterek, yoğun stres kaynaklı gerilimin azalmasına, fiziksel ve ruhsal sakinleşmeye neden oluyor. Ayrıca büyüme hormonu (HGH) salgılanmasını uyararak kas gelişimini, yağsız doku kütlesinin artmasını ve kilo kaybını olumlu etkiliyor. İyimser ruh hali, pozitif bakış ve iyi niyet GABA düzeyini yükselten etmenlerden.
Profesyonel koçluk hizmetleri hiç kuşkusuz bu öğrenme sürecini destekliyor. Ne dersiniz, o bildik şarkının sözlerini hayata geçirmek ve bugünden başlayarak kendimizi baştan yaratma kararı almak mümkün mü?
* Makale, Supernova Dergisi, Mayıs 2011 sayısında yayınlanmıştır.