Makaleler Öneriler

Üç Bilinen

Yazan: Profesyonel Erickson Koçu, Erkan Bektaş

Bu aslında üç bilinmeyenli bir denklemin üzerine yaptığım düşünme yolculuğudur. Matematiksel olarak baktığımızda denklem çözümlerinde, bilinmeyenler birbirinden bağımsız gibi durur. Ancak hiç ayıramayacağınız gizli bir bağları vardır. Benzer şekilde de insan, koçluk ve zanaatkarlar arasında da ilk bakıldığında görülemeyen gizli bir bağ bulunmaktadır. İşte bu yazımda sizlere insan, koçluk ve zanaatkar üçgeni arasında ki gerçek ilişkileri anlatmak; aralarında ki ayrılmaz ve mükemmel bir bağ olduğunu göstermek, insanı tanıdığında, koçlukta ustalaşmayı, zanaatkarın eserlerine verdiği önemi, yollarının nerede ne zaman kesiştiğini ve aralarındaki en önemli yapı taşını keşfetmek için buradayım. 

Bu denklemde insan mı koçu, koç mu zanaatkarı, yoksa zanaatkar mı insanı götürür, birbirlerine olan etki ve katkıları sıfır mıdır veya aslında hepsi bir araya geldiğinde bir bilineni mi oluştur? Bunları düşünmek istiyorum ve gerçekten ben de bilmiyorum. Gerçeği söylemek gerekirse bilmek de istemiyorum. Çünkü bazen bilmemek, bilinmemek o yola çıkmadan önce gereken enerjiyi ve arzuyu size fazlasıyla aşılamaktadır. Yolculuk için neden ararken aslında haberiniz bile yokken, keşfetme arzusununen büyüğünü çoktan cebinize koymuş ve kendinizi yolda bulmuşsunuzdur. İnsanlar doğarlar, büyürler ve ölürler. Her ne kadar, toplum olarak bu durumu kabullenemesek de döngüsü olan, gerçekten bize ait olan yolculuğumuz budur. Bu da bir insanın hayattaki en büyük yolculuğudur.

İnsan; yani bizler, doğduğumuz andan çocukluk çağımızın bitimine kadar düşündüğümüzde, o anlara hatırladığımız kadarıyla baktığımızda, çevremizde yaşanan olaylara, doğaya, güneşe ve insan olarak diğer insanlara, tam olarak anlam veremediğimizi birçok kez hissetmişimizdir. Çünkü bu yolculukta yeniyizdir ve hiçbir tecrübemiz yoktur. Henüz insan nedir, ne yapar, nasıl bir canlıdır bilemeyiz. İleride kazanacağımız ustalık alanlarımız çiçeklerde polen, insan da bize uzak bir canlıdır. Onu tanımamız gerektiğini bilir ve keşfetme arzusu ile yola devam ederiz. İşte tam bu nokta da Alfred Adler’in “İnsanı Tanıma Sanatı” kitabında bahsettiği gibi,

“Ormanı anlamak istiyorsanız, yalnızca kıyıda bir ileri bir geri gezinmekle yetinemezsiniz. Ona yaklaşmalı ve içine inmelisiniz, ne kadar tuhaf ve ürkütücü görünürse görünsün.”

İşte koçluk da böyle bir keşfetme arzusuyla başlayan, sonu bucağı belli olmayan ancak zamanla içine girilen ve tecrübelerle ustalık kazanılan, kendinle ve insanlarla uçmanın vermiş olduğu özgürlük hissini, hayal ederek ahenkle dans etmektir. Tarafsız bakış açısı, erişkin ilişkisi, güven ve gizlilik içerisinde geçen farkındalığın en yüksek seviyede olduğu düşünme zamanı, uyumla, verimlilikle, etiketlerin söküldüğü, insana saygının üst seviyelerde olduğu, bugünden geleceğe yaratıcılıkla yol almaktır. Koçluk, hayatımızda insanların bize yanlış anlattığı, tanıttığı insanı tanımamızı sağlayan bir yol arkadaşıdır. Dünyanın en önde gelen hipnoz uygulayıcısı teorisyeni ve öğretmeni olarak bilenen, modern Medikal hipnozun babası olarak anılan, Amerikalıların “Bay hipnoz” olarak tanıdığı Dr. Milton Erickson’ın aşağıda paylaştığım ifadeleri dikkat çekicidir:

İnsanlar kendi bilinçaltları ile uyumu yitirdikleri için hasta olurlar. Hastalar aşırı programlamadan geçmiş insanlardır. Dış programlama o kadar fazladır ki kendi benlikleriyle bağlantıları kopmuştur.”

Bu uyumu yeniden kazanmak hayati bir önem taşır. Benim düşünceme göre Koçluk benliklerimizle kopan bağı tekrar kurmamızı sağlayan muhteşem bir zaman farkındalığıdır. 

Zanaatkarların sanatını işlemesi ve icra etmesi de bunun farklı bir boyutudur. Onlar için hayal kurmak çok daha önemlidir. 

2012 yılında yapılan bir araştırma sonucunda Huffington Post’da yayınlanan “Üstün Yaratıcılığa Sahip Kişilerde Görülen 17 Farklı Davranış Biçimi” adlı makalede zanaatkarlığın çok yoğun bir zihinsel etkinlik sonucu mümkün olduğu açıkça belirtiliyor. Yapmak istediklerini görmek, oluşturmak istedikleri eserlerin taslaklarını çizmek için hayal kurmak en güzel bir araçtır. Bir farklı ifade ile, zihinsel faaliyet benlikleriyle baş başa kalmaktır.

İnsan, koç ve zanaatkarın benlikleriyle olan bağını vurgulayan NYU’dan Prof. Scott Barry Kaufman’ın yine Hungtington Post’daki söyleşide yer alan sözlerine kulak verelim.  Zihnimizin özgür bir şekilde dolaşabilmesi için kendimize yalnız kalabileceğimiz bir zaman yaratmamız gerektiğini belirtiyor.

“İçinizdeki sesi dışa vurabilmek için, onunla iletişime geçebilmelisiniz. Eğer kendinizle iletişim kuramaz ve kendinizi yansıtamazsanız, o yaratıcı iç sesi bulmanız çok zordur.”

Böylelikle insan, koç ve zanaatkar, benlikleriyle olan bağı hiç kesmiyor.

Yolculuğumuz burada bitti sanmayın aslında daha yeni başlıyoruz. Umarım sizlerde ısınmaya başlamışsınızdır.

İnsanlar yüzyıllardır sürekli değişiyor, değişiyor ve yine değişiyor.  Bir Çin atasözü der ki;

“Değişimle dost ol, çünkü güvenebileceğin tek şey değişimdir.”

İşte bu süreçte yüzyıllardır biz insanlara bizi yanlış anlatan insanlar içerisinden kendimi tanımak için sıyrıldığımda, özgür şekilde dolaşan zihnimi, iç sesimle karşılayan koçluk olmuştu.

Koçlukla tanıştığımda aynı bir bebek gibiydim, bebeğin altını pislettiğinde ve karnı acıktığında istediğini elde etmek için saatlerce durmaksızın ağlaması gibi bir istek ve öğrenme açlığıyla doluydum. Süreç beni aldı ve bir deryanın (denizin) içerisine bırakıverdi. Bıraktığı bu deryanın içerisinde zaman geçirmeye başladıkça, araştırdıkça, tecrübe edindikçe, koçluğun; bir iş, bir uğraş, bir hobi, bir para kazanma aracından çok insanlığı tanımanın en güzel yolu olduğu kanısına vardım. Zanaatkarın eserine giden o yolda benliği ile kalmasından farksızdı koçluk.

Artık o kadar mutluydum ki insanı, yani kendimi tanıyabilecektim. Derinlere indikçe dans pistinde mükemmel bir kavalye gibi kendime eşlik ediyor ve kendimle dans ediyordum. Koçun koçluk yaptığı kişiyle kurduğu gibi; mükemmel bir ahenk ve uyum, kuşlar gibi özgürce uçmak, ayna gibi eşleşmek ve kelimelerin yetmeyeceği dahası, değerlerin art arda sıralandığı metrobüs kuyruğu gibi bitmek bilmeyen değerlerin içindeydim.

İlk başta biraz düşündüm. Neden “Bunun senin için değeri nedir?” diye ilk sordukları anda, “Benim için değerlidir” demiştim?

Ama neyin değeri, nereden geldiği, bende daha önceden olup olmadığı ve en önemlisi ne anlam ifade ettiği belirsizdi. Daha derin düşünmeye başladım. O anda bu değerler, bilinmezlik duyguları ile, beni daha fazla kendilerine çekmişlerdi. Artık yavaş yavaş benim temellerimi oluşturan taşlara yaklaşıyor. Özgürlük, değişim, adalet, macera, basitlik, insanlara yakın olma gibi konularda derinleşiyor, beraber zaman geçiriyor ve en önemlisi ne ifade etmek istediklerini anlamaya başlıyordum. Onlar bir binadaki en önemli yapı olan kolonların birer tuğlasıydı. Onlar olmazsa kolonlar olmayacak, kolonlar olmazsa da bina ayakta duramayacaktı. Aynı insanın değerlerinin farkında olmadığında yaşamayı hissedememesi gibi bir şeydi. Bir sanatçı içinde en önemli eserim dediği eserini ortaya çıkarabilmesiydi. O eseri olmazsa sanatçı, ne sanatını daha fazla sürdürebilecek, bu alanda ustalaşabilecek, ne de derinleşebilecekti. Sizce kendi sanat alanlarında iz bırakan sanatçılar, o noktaya bu önemli yapı taşı olan; tuğlalar olmadan ulaşmış olabilirler mi? Yahut bu tuğlalar ile yola çıktıklarında amaçları derinleşmek, ustalık yürüyüşü yerine tamamen maddi, arzular ve isteklerden gelen bir başarı mıydı?

Sizce bu insanlar yapmakta oldukları eylemlerini “gönüllü mü, gönlünce mi” yapıyorlardı?

Bir örnek vermek gerekirse; Dünyada ahşap oymacılığında en iyi işleri gözleri göremeyen ustaların çıkardığını biliyor muydunuz? 

Trabzon/Sürmene’de yaşayan yaşlı dedemizin görmediği gibi diğer bütün makinalara nazaran çok daha iyi, güzel ve kaliteli bıçak ve kaşıklar icra etmesi buna çok güzel bir örnektir.

Sizce bunun sebebi ne olabilir?

Ben sizlerle bu konuda keşfettiğim birkaç şeyi paylaşmak isterim;

O’nun içindeki bu arzuyu, bu isteği, bu sevgiyi ve en önemlisi oluşturmuş olduğu değerleri alabilecek herhangi bir maddi gücün olmamasıdır. Çünkü içinde onu ayakta tutan kolonunu oluşturan, her tuğlanın ona ne değer ve anlam kattığının farkındalığıdır.

Değerler bizim tam olarak kim olduğumuzdur. Tamda şu anda;

Olmak istediğimiz kimse değil,

Olmamız gerektiğini düşündüğümüz kimse de değil,

OLDUĞUMUZ KİŞİDİR.

Bir anne köpeğin hangi yavrusunun hangisi olduğunu kokusundan tanıması gibidir. Çünkü o koku sadece ona aittir ve o yavru köpek o kokusuyla odur. Biz insanlar için de son derece önemlidir. İnsanlığın yüzyıllar boyunca belki de kaybetmediği tek bir özellik “Kokudur”.

Evet yanlış duymadınız. İnsanlar hayatta oldukları zamandan bu zamana kadar kendilerine has kokularını kaybetmeden bugüne kadar yaşadılar. Çünkü koku insanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biridir. Nasıl benliğimizle bağımız koptuğunda hasta olmamız, zanaatkarın zihinsel yolculuğu ile bağının koptuğunda hayal ettiği gibi bir eser ortaya çıkaramaması, koçun o anda orada olmadığında, koçluğu alan kişinin gitmek isteği yolda kalamaması gibidir. Koku insanları var oldukları andan bu zamana kadar getiren bir değerdir. İşte tam bu noktada denklemimizde devreye girer. Denklemimizi oluşturan üç bilinmeyen içinde çok büyük anlamlar ifade ederler.

            İnsan için, onu olduğu kişi yapan,

            Koç için, aslında orada var olmadığı hissi katan,

            Zanaatkar için de ondan sonrasına iz bırakan, etkili hatta en etkili elemandır.

Bu anlatım ve sorulardan sonra, bu üç bilinmeyenli denklemin çözümünü size bırakmak isterken, üç bilinmeyenin insan, koç ve zanaatkar olduğunu açıklıkla ortaya koyduğumu düşünmekteyim. İsterseniz üçünü ayrı ayrı değerlendirin, isterseniz hepsini bir araya getirip bunların bağımsız olamadığını iddia edin. İsterseniz de bu denklemin sonucunu, soru işareti olarak bırakıp, her zaman her daim üzerinde düşünmeye ve araştırmaya devam edin.

Ama şunu söylemek isterim ki, yaşadığımız dünya içerisinde bir insanın gerçekten kendisi olabilmesi, gerçek insanı tanıyabilmesi, koçun insana yönelmesi ve zanaatkarların insanlar için hayal ettiği eserleri çıkarması yani bu dünyada bulunduğu sürede yaşamına, insanlara ve en önemlisi dünyaya değerler katması çok önemlidir. Ancak burada şunu göz ardı etmemelisiniz, Nietzsche’nin de dediği gibi “İnsan, yaşamının ve dünyanın bir sanat eseri olarak görülmesi gerektiğine inanırdı.” Bu yüzden değerler ve değerlerimiz, bizim yaşamımızın yani dünyanın sanat eserleridir. Onları lütfen gereksiz duygular, insan dışı istekler, emeksiz kazanılan zaferler, başkalarının istediği için yapılan davranışlar ve olunan kişiler için, tutarsızca, israf ederek harcamayın. Çünkü kaybedilen veya o an kazanılamayan para gibi değildir. Harcadıktan sonra size dönmesi neredeyse imkansızdır.

Değerlerinizle ve değişimle dost olun.

Değerler sizinle olsun…