Makaleler

UZLAŞI KOÇLUĞU VE SPİRAL DİNAMİKLER PENCERESİNDEN EBEVEYN-ÇOCUK İLİŞKİSİ

GÜLENBİLGE ZANARDİ / EKİM 2013
KIRMIZI (BEN): Dost mu Düşman mı? 

“Varlığını göstermek ve “Ben”i kuvvetli bir biçimde ifade etmek” genellikle ergenlik çağına atfedilen bir davranış şekli olarak kabul edilir. Ve bunun birey tarafından ilk ortaya konuşu da literatürde “İki Yaş Sendromu” (Terrible Two’s) olarak geçen iki yaş dönemidir. Oysa biz insanlar için Ben’i ifade etmek, toplumsal varoluşumuzun temelinde yatar. Yüzyıllar geçse ve nesiller değişse de, tek değişmeyen şey “Ben”lik hissidir. Her türlü ilişkide esas, karşıdakinin “Ben”lik (kendilik) hissine saygı göstermek yani onun varlığını kabul etmektir. Ebeveyn çocuk ilişkisi de bu noktada farklı değildir. Özellikle bebeklikten çıkıp özerk bir birey olmanın temellerinin atıldığı 5-12 yaşları arasındaki çocukların kendilerini gerçekleştirme çabalarında uzlaşmacı bir ebeveyn olarak varlık göstermek büyük önem taşır. Çünkü bu temel üzerine, ergenlik çağlarında da sürdürülebilir bir tutum olarak “uzlaşıyı” ergen-ebeveyn ilişkisine taşımak çok daha kolay olacaktır. Ebeveynler olarak amacımız, “Biz”e uyum sağlamak uğruna aile veya toplumun “Biz”lik algısı içinde kendini kaybetmiş, sahte bir kendilik algısı geliştirerek “Ben”liklerini yok etmiş çocuklar değil, kendilerini gerçekleştirerek özvarlıklarının bilincine varmış, özgüveni tam bireyler yetiştirmektir.   Sağlıklı akan bir varoluş, bilinç ve yaşam nehri oluşabilmesi için Spiral Dinamikler’in tüm renklerinin bireyde ifade şekillerini bulmuş olmaları gerekir. Aşırılıkları kadar var olmamaları da aynı şekilde akışın doğal ve ritmik hızını bozabilir. Sağlıklı bir akış için “Yaşamda ayakta kalmalı” (Bej), “İnanmalı” (Mor), “Kendimiz Olmalı” (Kırmızı), “İlke ve Değerlerimizi Belirlemeli” (Mavi), “Hedef Koymalı” (Turuncu) ve “Toplum içinde yaşamayı bilmeliyiz” (Yeşil). Ancak ondan sonra “Var olduğumuzu söyleyebilir” (Sarı) ve “Bütünsel bakış açısı geliştirebiliriz” (Turkuaz). Artık bundan sonraki adım, içinde “BİZ”i barındıran ilk bütünsel “BEN” (Mercan) olacaktır tahminimce.

sd (Medium)

Spiral Dinamiklerin birinci aşamasındaki gerçek anlamda ilk “Ben”lik ifadesi olan KIRMIZI, iki yaş sendromunda güçlü bir biçimde yer bulur. Bu “Ben”i, sağlıklı seviyelerdeki varoluşun anahtarı olarak kabul etmek gerekir. Ancak ebeveyn şapkası altında yüksek seviyede KIRMIZI ve MAVİ ağırlıklı bir davranış, ifade ve bakış açısı sergileyen anne babalar, üç temel dürtü olan “Şiddet, Cinsellik ve Elde Etme” dürtülerine yenilen ve hiçbir şeye karşı tahammül geliştiremeyen bireyler yetiştirdiklerinin farkında olmazlar çoğu zaman. Bu çocuklar varoluşun ilk aşamalarının rahat ve yumuşak akışını yaşayamadıkları için, Spiral Dinamikler’in ikinci aşamasına geçen birey, grup ve toplumlar arasında yerlerini bulmakta zorlanabilirler. Hedefimiz, liderler altında toplanan değil, bireylerin biraraya gelmesinden oluşan sağlıklı toplumlar yaratmaksa, bu konunun özellikle önem taşıdığı düşüncesindeyim.

Sağlıklı bir “Ben” algısı olan bireyler olmadan uyumlu, uzlaşmacı ve demokratik toplumlar var olamaz; toplumun içinde var olmasını bilmeyen birey de yalnızdır. O halde temel hedefimiz “Ben”i kaybetmeden “Biz” içinde var olmaktır. Bunun ilk adımları da aile içerisinde atılır. Özellikle “karar verme ve sınır koyma” konularına bu perspektiften bakıldığında, uzlaşının önemi ve koçluk bakış açısının bu anlamda bize ne kadar yararlı olacağı çok rahat görülebilir.

BEN+SEN≠BİZ        BEN+BEN=BİZ

Uzlaşı, insanların kendi “Ben”liklerini ve öz değerlerini kaybetmeden ve karşısındakinin “Ben”lik hissine ve öz değerlerine saygı duyarak, ortak amaca doğru birlikte ilerlemesi demektir.  Uzlaşıda kazanan ya da kaybeden taraf yoktur. Uzlaşmak, manipüle etmek ya da zorlamak değildir. Dolayısıyla amaç kazanmak değil uzlaşmak, ortak bir noktada buluşmaktır. Zaten doğası gereği, başarılı ve ilkeli bir uzlaşıda her iki taraf da kazandığını hisseder.

Ebeveynlerin gerek ilköğretim gerekse ergenlik çağındaki çocuklarıyla olan ilişkilerinde, karar verme ve sınır koyma konularına üç şekilde yaklaşılabilir (ki aslında bu durum yetişkin yaşamımızın her alanında uzlaşı gerektiren durumlarda aynı şekilde geçerlidir): Zorlayıcı, yumuşak ya da ilkeli bir uzlaşmacı tavırla.

Zorlayıcı ebeveyn tutumu:
Çocuklarına güvenmez, hem onlara hem de soruna karşı sert davranırlar; davalarına tutunur, tehdit eder ve “bu çatı altında yaşadığın sürece benim dediğim olacak,” mantığıyla hareket ederler; baskı kurar, yönlendirirler. Son sözü kendileri söylemek isterler.  Amaç, “tek taraflı zafer”dir. (KIRMIZI’nın yüksek tarafı)

Yumuşak ebeveyn tutumu:
Çocuklarına aşırı güvenir, hem onlara hem de soruna karşı yumuşak davranırlar; kolaylıkla ödün verir, boyun eğer, gönül alır, sırf anlaşmaya varmak için yenilgiyi kabul ederler. Son sözleri genellikle, “sorunsuz bir ilişki için, aramızın bozulmaması için ne gerekiyorsa o olsun!” temellidir. Amaç, “ilişkiyi sorunsuz devam ettirmek”tir. ( KIRMIZI’nın düşük tarafı)

İlkeli, uzlaşmacı ebeveyn tutumu:
Sorunu çocuklarından ayrı tutarlar,  güveni bir mesele olarak görmezler; soruna karşı sert ancak çocuklarına yumuşak davranırlar; ”ne” yerine “neden”e odaklanırlar; karşılıklı yarar sağlayan çoklu seçenekler üretirler; karşı tarafı dinlerler! Son sözün eylemi yerine getirecek kişiye ait olması gerektiğini bilirler. Tüm bu sürecin sadece şu âna değil, aynı zamanda, hatta özellikle geleceğe –sağlıklı karar veren, özdisiplinli ve özdeğerlerinin farkında bireyler yetiştirmeğe- yönelik olduğunun bilincedirler. Amaç, “adil ve tarafsız bir biçimde geleceğe yönelik ortak adımları belirlemek”tir. (Sağlıklı KIRMIZI)

Negotiation

İlkeli bir uzlaşının temel noktaları:
– Her iki tarafın pozitif niyetini ve amacını bulmak,
– Ne istediğimize değil, onu neden istediğimize odaklanmak; çünkü tarafların  ne istediklerine odaklanmaları olayı pazarlığa dönüştürür, oysa nedene odaklanmak ilkeli uzlaşının temelidir,
– Ortak ilgi ve kazanımları belirleyerek, uzlaşıya varmanın her iki taraf için değerini fark etmek,
– Ortak kazanımlar için yeni seçenekler yaratmak,
– Niyeti davranıştan ayırmak,
– Cevabı veya davranışı olduğu gibi almamak. Onun yerine, ardındaki nedeni, ulaşılmak istenen sonucu anlamaya çalışmak.
– Bir öneriye karşıt öneri ile cevap vermemek,
– Anlaşmazlıkları kişilik bazında algılamamak ve konuşmaları kişilik bazında yapmaktan kaçınmak,
– Esnek olmak ama kişisel bütünlüğü yani özdeğerleri korumak,
– Suçlu hissettirilmeye karşı dayanıklılık geliştirmek,
– İstikrarlı ve tutarlı olmak,
– Asla yalan söylememek. Tutamayacağımız sözler vermemek; eğer söz verirsek onu mutlaka yerine getirmek,
– Tehdit etmemek,
– Ben dili kullanmak,
– Adil ve tarafsız olmak,
– Dinlemek, çünkü gerçek uzlaşının temeli iletişimdir;
– Her şeyden önemlisi onunla uyum kurmak; ve uyumun davranış ve inançlardan etkilendiğini hatırlayarak konu hakkında ne düşünürsek düşünelim tarafsızlığımızı korumak.

Uzlaşı bileşik kaplara benzer: İçine ne kadar çok “Ben” girerse “Sen”e o kadar az yer kalır. (Bu ifade yukarıdaki eşitliğe, daha doğrusu eşitsizliğe ters düşüyor gibi görünebilir, ama o eşitsizliğe iki kişinin birbirlerinin “Ben”lik algılarına saygı göstermelerini ifade eden bir metafor gözüyle baktığımızda aslında onu pekiştirdiğini fark ederiz.) Aynı şekilde içine ne kadar çok “Sen” girerse” bu kez de “Ben”e çok az yer kalır. O zaman da sağlıklı KIRMIZI’yı yok etmiş oluruz.

Bu süreçte göz ardı edilemeyecek olan, bakış açısı değişmeden durumun değişmeyeceğidir. Kendimizi kısa süreliğine çocuğumuzun yerine koymak, onun yaşında olmanın ne demek olduğunu yeniden hatırlamak yararlı olacaktır. Farklı bakış açıları denemek ve hayal gücümüzü biraz zorlamak, tahmin bile edemeyeceğimiz kapıları açmamızı sağlayacak anahtarlardır. Bunu yaparken gevşemek, rahatlamak, biraz olsun gülümsemek hatta esprili olmak olayı bir meydan muharebesinden çıkaracak, ortak zafere yürüyen barışçıl yollar görünecektir.

Uzlaşı Süresince Kendimize Sorabileceğimiz Bakış Açısı Değiştirme Soru Örnekleri:

    Çocuğumun yerinde ben olsaydım, bu konuda ne isterdim, ne hedeflerdim? Peki bunu istemekteki gerçek amacım ne olurdu?
    Bir an için çocuğumun yaşında olsaydım, önceliklerim neler olurdu? Bunların benim için değerleri ne olurdu?
    Çocuğumun yerinde olsaydım, şu an onunla konuşan kendim hakkında ne düşünürdüm? Neler farklı olursa daha iyi anlaşıldığımı düşünürdüm?
    Çocuğumla birlikte bulunduğumuz odada, tepede bir kamera bizi kaydediyor olsaydı ve kendimi bir bütün olarak –tepeden ayağa- yeniden seyretseydim, vücut dilimde özellikle neleri fark ederdim? Bu fark ettiklerim uzlaşı sürecimizi nasıl etkilerdi?
    Bulunduğumuz odada bir ses kayıt cihazı olsaydı, ses tonum ve sıklıkla kullandığım kelime ve ifadelerle ilgili neleri kaydederdi? Değiştirmek istediklerim varsa, onların yerine nasıl ifadeler kullanmak isterdim?
    Onun yerinde olsaydım, uzlaşı süreci nasıl geçerse bunun bana yarar sağlayacağını düşünürdüm?
    Peki, bu süreci ifade ettiğim şekilde yararlı geçirmek için şimdi ebeveyn konumundan neleri farklı yapabilirim?
    Kendimde var olan hangi nitelikleri geliştirirsem ya da hangi yeni becerileri kazanırsam bu farklılıkları kolaylıkla         yaratabilirim?
    Bu becerileri geliştirmiş olan ben, “ebeveyn şapkası altında” şimdiki “ben”den ne gibi farklılıklar gösterir?
    Peki, bu olumlu farklılıkları gösteren kişi/ebeveyn olmanın benim için değeri nedir?
    Bu gelişimi/değişimi neden sürekli kılmak isterim?
    Bu gelişimi/değişimi sürekli kılmak için neler yapabilirim?
    Bu gelişimi/değişimi -ulaşmak istediğim o niteliklere sahip ebeveyn olan kendimi- ve bunu neden istediğimi bana hatırlatacak bir sembol (resim, imge, müzik, kelime vs.) olsa, bu ne olurdu? ( En az 21 gün boyunca bu sembolü kullanarak hedefi canlı tutmak, çabalarımızı kalıcı pozitif alışkanlıklara dönüştürür)

Bu soruları dilediğimiz kadar çoğaltabilir, hayal gücümüzü kullanarak içinde bulunduğumuz durumla ilintili sayısız alternatif yaratabiliriz.

İnsanlar, karşısındakileri kendileri gibi görme eğilimindedirler. Çocuklarımızın bizlerden farklı ve ayrı birer birey olduklarını kabul etmeliyiz. Onların, kendi yapamadıklarımızı ikinci kez gerçekleştirme şansını yakaladığımız projeler olmadıklarının bilincinde olmalıyız.

Çocukların karar verme süreçlerine yaşlarına uygun biçimde destek olmak, onların yanlarında olduğumuzu hissettirmek önemlidir. Çünkü çocuklar ebeveynlerini destek, dayanak olarak görürler. Bu onlara güven hissi verir. Yaşlarına uygun olarak kendileri verebilecekleri kararlarda son sözü kendilerinin söylemesine izin vermeliyiz. Çünkü insan, hangi yaşta olursa olsun ancak kendi karar verdiği ya da en azından verilen karara kendi ifadesiyle katkıda bulunduğu ve ona inandığı zaman o kararı sürdürülebilir kılmak üzere harekete geçer. Dayanağı olan bilgi ve kararlar daha kolay akılda kalır, daha kolay benimsenir.

Son derece küçük gibi görünen kararlar bazen çocuklara ağır yük olabilir. Ne onları o yükten kurtarmak adına onların yerine karar vermek, ne de kararlarıyla tamamen baş başa bırakmak gerekir. Basit ve kısa koçluk soru ve yöntemleriyle örülmüş keyifli bir beş dakika, hem ebeveyn hem de çocuk için çok değerli sonuçlar doğurabilir.

Karar verme süreçlerinde, çocuklara pozitif gelecek deneyimlerini yaşatmak üzere “Sanki Çerçevesi” yöntemlerini kullanmak, hem zengin hayal güçleri sayesinde çok kolay ve etkili, hem de çocuklar açısından oldukça eğlenceli olacaktır.

Bunun için beş Erickson Prensibi’ni hatırlamak, özellikle de insanın yaşı kaç olursa olsun tam ve bütün olduğunu ve gereksinim duyduğu tüm kaynaklara sahip olduğunu aklımızda tutmak ve tüm kararlara bütünsel bir “sonuç çerçevesinden” bakmak yeterli olacaktır.