Yazan: Elif Saygı, Profesyonel Erickson Koçu
Antalya’ya gidiyorum. Uçakla… Yalnız… İçimde tatlı bir heyecan var. İstanbul’un yoğunluğundan, yapmam gerekenlerden, herkesten ve herşeyden kaçıp kendimle baş başa olmak istiyorum. Nasıl bir his olduğunu bilirsiniz. İnsanın hep içinden gelir kaçıp gitmek kafa dinlemek arzusu ama bin bir bahaneyle yapmaz ya, işte ben bu sefer yaptım ve gidiyorum. Uçağa bindim, yerleştim. Benimle birlikte tüm yolcular da yerlerini bulmaya çalışıyor. Yanıma hangisi oturacak acaba diye yüzlerine bakıyorum, davranışlarını ve vücut dillerini gözlemliyorum. Herkes aslında görmek isterseniz, kendiyle ilgili bir hikaye anlatır yaptıklarıyla, söyledikleri veya söylemedikleriyle, bakışlarıyla veya bakmayışlarıyla… Ben hikayemi nasıl anlatıyorum acaba? Peki ya siz? Yukarıda bir kamera olsa sizi çekse neler görürdü? Peki, gerçek özünüze ne kadar uygun dışarıya gösterdikleriniz?
Aşağı yukarı benim yaşlarımda oldukça stresli ve etrafındakilere oldukça aksi davranan bir kadın yaklaştı, el bagajına yer bulamadığı için söylenmeye başladı, yardımcı olmaya çalışan hostesi de fena tersledi ve sinirle yanıma oturdu. Birden bana doğru dönüp, ‘Aslında bu kadar kaba biri değilimdir, inşallah hostesi kırmadım’ deyince çok sevindim. Eskiden olsa, aslında fazla uzağa gitmeyelim iki sene önce, yani Erickson Koçluk eğitimini tamamlamadan önce benzer bir durumda yanımdakiyle konuşmamak için türlü yollar arardım. Şimdi insanlara dokunabileceğim her fırsatı kullanmaktan keyif alıyorum.
‘Bu uçak yolculuğu beni çok geriyor, sanki bir kutunun içine sıkıştırılıyorum ve gittikçe daralıyor kutu, yanımda da kimse yok’ dedi. Ben de hostesin profesyonel olduğunu ve stresini fark edip anlayışla karşılayacağını söyleyip biraz rahatlattım. Tanışıyoruz. İsmi Deniz’miş. Antalya’ya kızını ve torununu görmeye gittiğini söylerken gözleri parlıyor, başka bir insana dönüşüyor. Torun mu? Torun sahibi olacak yaşta görünmediğini söyleyince daha da sıcak ve rahatlamış bir sohbete dalıyoruz, nasıl olur bilirsiniz. Derken güvenlik anonsu yapılıyor. Hoop diye başka bir kadına dönüşüyor. Vücudu sanki o bahsettiği kutunun içinde sıkışmış gibi iki büklüm oluyor. Belli ki fobi boyutunda olmasa da oldukça ciddi bir uçak korkusu var, bunun yanında da tek başına binecek kadar da cesareti. Birden gözümün önüne bugüne kadar korkusunu yenmek için üstüne giden tanıdığım insanlar geliyor. Denizaltı aşığı ama kapalı yerde kalmaktan hiç hoşlanmayan Hayri Bey’in skuba eğitimi alışı ve bizimle Kızıldeniz turuna gelişi… Sokakta yürürken karşı kaldırımda sakin sakin dolaşan köpeği görüp arkama saklanan Özge’nin, oğluna iyi geleceği için evine köpek alışı… Eminim sizin de etrafınızda böyle cesur değişimler yaşayan insanlar vardır. Hepsi de kendine rağmen başarmıştır bunları. Başına gelebilecek her türlü kötü durum senaryosunu kafasının içinde fısıldayıp duran seslere rağmen… Size bir sır vereyim mi? Onları yapmak istedikleri şeyden alıkoyan aslında kendi kendilerine tanımladıkları metaforların esiri olmaları. Cesaretlendiren ve kararlılıkla istediklerini yapmalarını sağlayan ise nedir biliyor musunuz? O metaforları fark edip kendilerini özgürleştirecek şekilde dönüştürmek; bununla beraber konunun kendi için gerçek değerini fark etmek ve arzu ettikleri, hayal ettikleri sonuca odaklanmak. Olumlu düşünceler sizi olumlu sonuçlara ulaştırır. Karşılaşacağınız pek çok güçlüğü aşma gücü verir.
Neye odaklanırsanız, onu çoğaltırsınız ve onu çağırırsınız hayatınıza.
Siz neleri çoğaltmak istersiniz hayatınızda?
Stresten terlemeye ve kasılmaya başlayan Deniz Hanım aniden bana dönüp, ‘Ben çok korkak bir kadınım, bu kutunun içinde sıkışıp kalmaktan korkuyorum’ dedi ve mırıldanmaya devam etti, belli ki içinden bunu tekrar edip duruyordu. Bir yandan da bir poşeti sıkı sıkı tutuyordu. ‘Farklı kadınlara bakıyoruz galiba’ dedim, ‘Benim yanımda cesur bir kadın var.’ Şaşkın gözlerle bana baktı.
‘Beni böyle düşündüren ne olabilir sizce?’ deyince nefesini tuttu, sustu bir süre. ‘Evet aslında cesaretim var, sonuçta buradayım değil mi’ dedi. Gülümsedik karşılıklı. ‘Şu sıkışık kutudan bir çıkabilsek’ dedi. Güçlü ve kendini zorlayan bir metaforun içine hapsetmişti kendini. ‘Sıkışık kutu diye tanımladığınız şey nedir’ dedim. ‘Uçak’ dedi. ‘Peki bu uçak için olumlu tanımlar yapacak olsanız bunlar neler olurdu’ dedim. Bir süre sessizce bana baktı. Sonra yavaş yavaş konuşmaya başladı. Güçlü, dayanıklı, hızlı… ‘Peki bu özelliklerle neye benziyor sizce’ dedim. ‘Aslında uçakları ve uçan canlıları heyecan verici bulurum. Hatırlar mısınız Avatar’da uçan özel bir yaratık vardı, adı neydi?’ diye sordu. ‘Ikran!’ dedim. Avatar’ı izlemiş olmasına şaşırmakla birlikte bunun iyi bir fırsat olduğunu düşünüp, ‘Ne güzel hatırladınız, bindiğiniz uçakların sizin İkran’ınız olduğunu hayal etmeye ne dersiniz?’ dedim. Çok hoşuna gitti. Sıkışık bir kutuda yolculuk yapacakken, yeşil renkli bir İkran’ı vardı artık. Bir süre sanki hayal dünyasına dalmış gibi sessizce oturdu.
Uçak hızlandı ve havalandı. Olumlu konulara odaklanması işe yarayacaktır diye düşünüp, sordum, ’Varsayalım keyifli bir sohbetle, İkran’ınızla zevkli bir yolculuk yaptık sizinle birlikte ve Antalya’ya rahatça indik, neler konuşmuş olurduk sizinle?’ Önce anlamıyor gibi bakıyor bir süre, sonra yüzü iyice yumuşuyor tekrar gözleri parlıyor, torunu gelecekmiş annesiyle, ona hediye ayıcık almış, elindeki poşetten çıkarıyor. ‘Neler yapacaksınız birlikte bu tatil boyunca?’ deyince başlıyor anlatmaya… Anlattıkça rahatlıyor, çözülüyor kasları, gülüyor hatta kahkaha atıyor, ‘Sizi çok güldüren bir hikayesi vardır Elif’in deyince… Elif torununun adıymış, adaşım… Nasıl tatlı bir kadına dönüyor Deniz Hanım. Arada bir anne ve anneanne olarak yapamadıklarını anlatmaya başlıyor, ben ise ona neler yapabildiğini ve yapabileceklerini soruyorum. Anlatırken ne kadar iyi bir anne ve anneanne olduğunu keşfediyor, yeni ve farklı daha neler yapabileceğini de… Yine anons sesi kesiyor konuşmamızı, geldik bile, inişe geçiyormuş uçak. Ama daha zamanımız var. Deniz Hanım’a bakıyorum, ayıcığa sarılmış bana gülümsüyor. İkran’ım inişe geçiyor deyip göz kırpıyor. Birden bir şey fark etmiş gibi bana dönüyor, ‘Hep ben konuştum siz soru sordunuz, ben sizi hiç konuşturmadım’ diyor. ‘Belli ki çalışan bir kadınsınız, sizin mesleğiniz nedir? Sizi Antalya’da kim bekliyor?’ diyor. Bir an düşünüyorum, ‘BEN’ bekliyorum diyebilirim, aslında medya ajansında yöneticiyim de diyebilirim, ama ‘Koç’ olduğumu söylüyorum sadece. Anlamamış gözlerle bakıyor. İyi ki hepsini birden söylemedim diye gülüyorum içimden. Sonra inişe geçmiş uçakta kısaca Koç ne demek anlatıyorum. Gülüyor ve ‘yani bana çaktırmadan koçluk yaptınız yolculukta’ diyor. ‘Tam anlamıyla olmasa da artık sohbetlerim değişti, daha fazla soru sormayı ve karşımdakinin kendi keşiflerini yapmalarına fırsat tanımayı seviyorum’ diyorum.
Bir koç olarak, işin özünde kişiyi yapmak istediği şeyleri, olmak istediği kişiyi keşfetmesini, onlara ulaşması için odaklı ve olumlu düşünerek kendine en uygun yolu bulmasını sağlamak amacımız. Sorularımızla ona düşünme, hayallerini ve yapabileceklerini keşfetme fırsatları veren alanlar açıp, çıkmak istediği yolculuğunda yol arkadaşlığı yapıyoruz. Ama her zaman bugünden geleceğe ve olumlu sonuçlara doğru… ‘Bugün sizinle yol arkadaşlığı yaptığım gibi, hayatınızda gitmek istediğiniz yere ulaşırken önünüzdeki engelin ötesini görmenizi sağlamak, geleceği tasarlamanızı ve oraya gitme arzunuzu artırmak, kendinize engel olan negatif düşünce kalıplarını fark etme ve bunlardan kurtulmanızda, yol boyunca kararlılıkla ilerlemenizde destek olmak koçluk’.
‘Sizin için nasıl bir deneyim oldu bu yolculuk?’ diyorum. ‘Şimdiye kadar hiç olmadığım kadar rahattım, o andaki endişelerime kafamdaki seslere değil, ulaşacağım güzelliklere odakladınız beni ve nasıl geçti hiç fark etmedim. Bir de İkran’ım oldu diyip kahkaha atıyor. Bu arada da Antalya’da yapmak istediklerimi de belirlemiş oldum. Bugün ne yapsak diye birbirimize bakmayacağız kızımla, uzun bir listem var kafamda’ diyor. Tam da o anda tekerlekler karaya değiyor, uçak sarsılırken Deniz Hanım elimi tutuyor sıkıca, gülen gözlerle bakıyor yüzüme sanki teşekkür eder gibi. Ben de kendi düşüncelerime daldım, koçluk eğitiminden geçmenin hayatımı, beni nasıl değiştirdiğini bir kez daha fark ettim. Aradığım ‘Ben’ tam da orada içimde duruyordu. Artık kimseyi yargılamıyorum, hiçbir şeyden pişman olmuyorum ve etrafımdaki kişilerin de olmaması için konuşuyorum, onlara Dr. Milton Erickson’ın prensiplerini anlatıyorum. Hayat felsefem oldu: Her insan tam ve bütündür; İhtiyacı olan tüm kaynaklara sahiptir; Her zaman o an için bildiği en doğru kararı verir, Her davranışın altında olumlu bir niyet, bir değer vardır. Veee en favorim, değişim kaçınılmazdır.
Önce kendimi anlamak ve kendi kaynaklarımı, kendi değerlerimi keşfetmek, sonra da başkalarının bu keşif yolculuğuna eşlik etmek bambaşka bir dünyanın kapısını açtı benim için. Hem kendimle, hem de başkalarına yol arkadaşlığı ederek çıkacak ne çok yolculuk var önümde beni bekleyen.
Bu yolculuğa mı ne oldu? Sonrası bildiğiniz hikaye, uçaktan iniş, bavul alma alanına gidiş… Arada kaybettik birbirimizi… Bavulları alırken yine karşılaştık Deniz Hanım ile, benden telefonumu istedi. İstanbul’da bu sefer profesyonel olarak koçluk almak isteyecekmiş, aklında bir sürü konu varmış benimle konuşmak istediği. Elimizde bavullarla çıktık. Ben taksi ararken, baktım kızı ve torunu gelmişler karşılamaya. Kızının ‘Anne nasıl geçti yolculuğun? Çok endişe ettim senin için, bilirim senin de ne kadar endişeli olduğunu uçaktayken, ama ne iyi ettin de geldin seni çok özlemiştik’ dediğini duydum. Deniz Hanım da uzaktan bana bakarak gülümsedi, o sırada torununa sarılmış kokluyordu ve ‘Unutamayacağım kadar keyifliydi dedi kızının şaşkın bakışlarına aldırış etmeden. Taksiye binerken el salladık birbirimize, umarım tekrar görüşürüz.
Eveeet, şimdi artık kendimle başbaşayım. Eve, çocukluğumun geçtiği, çok özlediğim evime gitme zamanı geldi.
Neler önemli ve değerli benim için?
Bunlara ne kadar yer açmışım hayatımda?
Nelerden vazgeçip istediklerime daha fazla yer açabilirim?
Bunları nasıl yapabilirim?
Ben neye odaklanmak ve neleri çoğaltmak istiyorum hayatımda?
Peki ya siz?