Yazan: Profesyonel Erickson Koçu, Sevim Özer
Ne zaman bir kriz duysam, aklıma fırsat gelir. Acaba bunun içinden ne çıkabilir, bunun fırsatı ne olabilir diye. Krizlerin içindeki saklı olanı görebilmek için geçiş sürecinde yaşanan başka dünyaları ve onların hikâyelerine bakmak isterim. Beni en çok büyüleyen şeylerden birisi tırtılın kelebeğe dönüşme yolculuğudur. Büyüyen bir tırtılı oluşturan milyonlarca hücre arasında tek bir hücre olduğunuzu hayal edin. Etrafınızda sizi koruyan ve tıkır tıkır çalışan bir düzen var. Ve gidişat o ki, larva dünyası kendi düzeni içinde olası ve tahmin edilebilen bir şekilde ilerliyor. Sonra bir gün içinde bulunduğunuz yapı titremeye ve sallanmaya başlıyor. Ve her şey değişmeye, etrafınızdaki diğer hücreler intihar etmeye başlıyor. Etrafı çaresizlik, karanlık ve yaklaşan bir kıyamet sarmış.
Tüm bunlar olurken, ölmekte olan milyarlarca hücrenin içinden, “hayalci hücreler” adı verilen yeni bir hücre türü ortaya çıkmaya başlıyor. Ve bu hücreler, bir araya gelerek etraflarındaki enkazın içinden yepyeni bir şey yaratmak için bir plan yapıyorlar. Ve bu hayali hücreler, çürümeden, hayatta kalan hücrelerin küllerinden adeta kaçarak hatta kendi hayal ettiklerinin de çok ötesinde muhteşem bir deneyim yaşamalarını sağlayan ve hatta uçabilen yepyeni bir organizmayı oluşturuyorlar. Ve artık onlar bir ölü bedenin içinde çürümek yerine, yepyeni bir varlık olarak, kelebek olarak doğuyorlar. İşte bu hikâyede en inanılmaz şey gerçekleşmiştir. Tırtıl ve kelebek tamamen aynı DNA’ya sahiptir ve aynı organizmadırlar. Sadece hücreleri değişmiştir.
Bizler de etrafımızda bizi çürütmeye, hasta etmeye neden olan o kadar çok şeyle doluyoruz ki. Maruz kaldığımız bu düzen içinde bizi çürütmeye çalışan bunca unsurun içinde, hücrelerimizin içinde, bizi tırtıldan kelebeğe dönüştürecek olan hayalci hücrelerimizle yepyeni olasılıklara uyanıyoruz, hem de her gün. Yepyeni, tutarlı bir sevgi sinyaline tutunuyor, iletişim kuruyor ve uyum sağlıyoruz.
Albert Einstein “Hayal gücü bilgiden önemlidir” der. Dünyanın gördüğü her büyük başarı, önce hayal edişle başlar.
Bir şeyin içinde barındırdığı potansiyel tam olarak nedir diye merak edenler için; şöyle bir tanım sanırım uygun olacaktır; “Bir şeyin potansiyeli, o şeyin olması mümkün olan bütün hallerini ifade eder.” İçinde bulunduğumuz evrenin potansiyelinde olmayan bir şeyin bu evren içinde ortaya çıkması da mümkün değildir. Bir kertenkelenin kopan kuyruğunu yerine koyma becerisi hücrelerinde bulunan kendi potansiyeli ile ortaya çıkar. Kertenkele, kuyruk yerine bir boynuz çıkartamaz mesela.
Etrafımızı, çevreyi ve özü algılamamız sahip olduğumuz duyu organlarımız ile mümkün olabilmekte. Duyu organlarımızla elde ettiğimiz veriler, içinde bulunduğumuz evrenin potansiyeli hakkında bilgi edinmemizi sağlar.
Yıldızlar da, gezegenler de, su da, yüz binlerce bitki türü de, balık çeşitleri de, kuşlar da, böcekler de, arabalar da, bilgisayarlar da, farklı müzik türleri de evrenin potansiyelinde var olmasalardı şu anda bunları göremiyor, duyamıyor, tadamıyor, hissedemiyor olurduk.
Evrenimizin birçok farklı galaksisindeki yıldızlar, gezegenler gibi çeşitli yapıların yanında dünyamızda erişme mesafemizde birkaç milyon canlı türü bulunmakta. Bu canlıların beden yapılarında ve beslenme, korunma gibi davranışlarında müthiş çözümler ve çeşitlilik mevcut.
Ayrıca insan aklının var olabilmesi ve bu kadar çok bilimsel teori ve teknolojik üretim gerçekleştirebilecek kapasitesinin olması da evrenin bunu mümkün kılan potansiyeli “Nasıl oluyor da evrende akılla ilgili böylesi bir potansiyel mevcuttur?” şeklindeki müthiş önemdeki sorunun cevaplanmasının önemi ortaya çıkartıyor.
Her birimizin içimizdeki tırtılın kelebeğe dönüşmesi hikâyesini gerçekleştirmesi ne muhteşem olur değil mi? Hayal etmek, beynimizin gerçek ve eşsiz kumandasının farkına varmak…
Zihnimizin içinde aydınlanmalar olurken, yüzümüz değişiyor, gözlerimiz parlıyor, bedenimizin duruşu değişiyor. Ve hatta bazı çalışmaları deneyimlerken, çocuklaşıyoruz, gençleşiyoruz… Çünkü kendimizi dinliyor, hissediyor ve bağlantı kuruyoruz. İçimizde bir yerlerde çocukken kurduğumuz hayalleri, hep yapmak ve olmak istediklerimizi ve zamanla üstü örtülen, tozlanan hazine kutularımızı keşfediyoruz.
Kendi potansiyelimizin peşinde koşarken, içimizde bir yerlerde kendi kendimize koyduğumuz sınırlamalar zaman zaman ortaya çıkıyor elbet. Sadece sınırlamalarda kalmıyoruz, acımasız da oluyoruz. Ve en çok da kendimize karşı merhametsiz, oluyoruz. Bizleri sınırsız potansiyelimize taşıyacak olan öz şefkatin karşısında, kendimize karşı acımasız ve merhametsiz olmak duvar gibi duruyor.
Austin Texas Üniversitesi’nden Doç Dr. Kristin Neff öz eleştiride devreye giren biyolojik mekanizmayı şöyle açıklıyor: “Kendimizi eleştirdiğimizde aynı anda hem saldırgan hem de saldırıya uğrayan oluruz. Böylece öz eleştiriyle çok miktarda kortizol salgılarız. Sürekli kendini eleştiren biriyseniz sürekli yüksek düzeyde stresiniz vardır ve bu motivasyonu da enerjiyi de, performansı da düşürür.”
Öz şefkat, en yalın haliyle, arkadaşımıza davrandığımız gibi kendimize de davranabilmektir. Zor zamanlarda kendimize sevgi ve anlayış göstermek, en iyi arkadaşımıza söyleyeceğimiz sözleri ve davranışı kendimize de yöneltebilmektir.
Kendi yaşamlarımızda neyi, neden yaptığımızı anlayabilmek için değerlerimizin de önemi şüphesiz çok yüksek. Tek bir kelimeden oluşan değer kelimelerimiz, her birimiz için farklı ve ayrı bir anlam taşıyabilir. Pascal’ın dediği gibi “Pirenelerin öbür yanında (İspanya’da) doğru olan, bu yanında (Fransa’da) yanlıştır.” Dolayısıyla değerler özneldir; kişiden kişiye, toplumdan topluma değişmektedir.
Barrett Values Centre, değerleri şöyle tanımlıyor; “Değerler arzularımız ve niyetlerimizin enerjik güçleridir. Onlar, kişisel ve kolektif motivasyonlarımızı tanımlamanın kestirme yollarını oluşturur.”
Hayatımızı bir okyanus, kendimizi açık denizde yol alan bir yelkenli olarak hayal edelim. Değerlerimizi de, bize bu yolculukta nereye gideceğimizi gösteren pusulamız olarak düşünebiliriz. Değerlerimizin farkında olmadan hayatın içinde amaçsız bir şekilde savruluruz. Değerlerimiz, hayatın içinde dengeli bir şekilde yolumuzu çizmemizi ve güvenle ilerlememizi sağlar. Eğer onların farkında değilsek yaşam yolculuğumuzun içinde kayboluruz. Değerlerimiz sayesinde açık denizde nerede olduğumuzu biliriz. Değerlerimiz, çocukluğumuzdan itibaren ailemizle, eğitimimiz, çevremizle olan ilişiklerimizle, toplumsal normlar kültürel deneyimler ve bunun gibi pek çok iç ya da dış uyarıcıya maruz kalarak oluşurlar. Hayatımız boyunca geliştirdiğimiz inanç ve yargılardan oluşan değerlerimiz bizim tüm önemli kararlarımızı etkiler.
Schiller’e göre; “İnsan zihninin içinde ve üstünde etkin olan değerler, insan davranışlarıyla ifade edilir ve insani kurumlarda ete kemiğe bürünürler; söylem dünyası içinde ve söylem dünyasına bağlı olarak meydana çıkabilirler.”
Değerlerimiz, hayatı deneyimlerken oluşan inanç mekanizmalarımızın bir sonucudur. Onlar biz farkında olsak da olmasak da arka planda kendi senaryolarını yazar, ta ki biz onları keşfedene kadar.
Birinin kendisini insan olarak değerli bulması, kendine saygı duyması, kendini değerlendirmesini tanımlamak için kullanılan “Öz Değer” tanımına da bakalım Öz değer, insanın yaradılıştan gelen insan olma değerinin farkına varmasıdır.
Öz değerlilik duygusu eksik olduğunda insan kendini diğer insanlara göre güvensiz, hayattan istediğini alamama gibi durumlarla karşılaşabilir. Kendimizle ilgili iyi ya da kötü, memnun ya da memnun hissetmemizle ilgili duygu durumudur.
Öz değeri yüksek kişi, mutlu bir şekilde yaşamaya hakkı olduğuna ve bunu gerçekleştirebilecek gücü olduğuna inanır. Öz değer alanında psikolojide önder isimlerinden bir olan Amerikalı psikolog Nathaniel Branden, öz değer tanımının iki boyutu olduğunu belirtir. “Kişinin kendisini yaşama uygun görmesi ve mutlu bir yaşam için kendi aklına ve becerilerinin yeterli olduğuna güvenmesi”
Öz değer kişinin kendine ve dünyaya nasıl bir anlam vereceğini temelden etkiler. Öz değer yaptığımız seçimleri büyük ölçüde belirler. Farkında olduğumuz ya da olmadığımız binlerce günlük seçimlerle yaşamımızı oluştururuz. Öz değeri yüksek kişi akılcı ve gerçekçi seçimler yaparak mutluluk ararken, öz değeri düşük kişi aklına güvenmediği ve gücüne inanmadığı için acıdan kaçınmak, kendini bilinmeyen düşmanlardan korumak üzere seçimlerini yapar.
Her birimizin kendini gerçekleştirmek üzere dünya yolculuğumuzun içinde, bize yardımcı olacak araçlara sahip olması ne harika bir deneyim. Bu dünyaya adım atabilmiş olmak Alice’in Harikalar Diyarında keşfettiği macera dolu bir deneyimden çok daha sıra dışı!
Emily Dickinson’ın: “Bir tek kalbin kırılmasını önleyebilirsem. Bir yaşamdan acıyı alabilirsem ya da bir acıyı hafifletebilirsem ya da bir ardıç kuşunu yuvasına koyabilirsem, boşuna yaşamış olmayacağım.” ifadesinde ben de Koçluk yolculuğumun amacını buldum!