Yazan: Profesyonel Erickson Koçu, Murat Artun
Günlerdir sürükleniyordu… Çılgınca akan bulanık suların kollarında bir oraya bir buraya savrularak sürükleniyordu. Suların acımasızca tokatladığı sert ve soğuk taşlara çarptıkça sanki paramparça olacakmış gibi geliyordu. Bir an sanki yıllardır bu bulanık suların kollarında, bu dur durak bilmeyen akıştan başka hiçbir şey hatırlayamayacağı kadar upuzun bir zaman geçmiş gibiydi. Hâlbuki sanki birkaç dakika öncesi gibi aklındaydı…
Mutlu kuş cıvıltılarının doldurduğu masmavi gökyüzüne salınmış güçlü bir dalın ucundayken ne kadar da heyecanla bakıyordu her yeni doğan güne. Parlak güneşin gönlünü sarmalayan ışıkları ile pespembe bir çiçekken tanışmıştı ilkin. Kendisi gibi yeni yeni büyüyen yeşil yaprakların arasında her yeni doğan güne göz kırpmak nasıl da heyecan veriyordu. Her yeni günle gelen büyüme, gelişme heyecanı bütün benliğini dolduruyor; güneş ışıklarını içine çektikçe sanki tüm dünyayı içine alacakmış gibi genişlediğini hissediyordu. Büyümenin heyecanı, pembe yaprakları dökülüp de altından minik gövdesi ortaya çıkınca artık iyice doruğa ulaşmıştı. O kadar ki, o güzelim pespembe yapraklarını kaybettiğine bile üzülmemişti. Hatta “Ne güzel…” diye düşünmüştü; minik gövdesinin daha da fazla genişlemesi, büyümesi için yer açıldığına sevinmişti. Her yeni günün aydınlığı ile biraz daha büyüyen gövdesi irileştikçe kızarıyor; masmavi gökyüzünün altında pırıl pırıl parlıyordu. İyice irileşip olgunlaşınca günlerdir kendisini taşıyan, besleyip koruyan güçlü dal ile vedalaşıp kendini yeşil çayırlara bıraktığında başka bir canlının hayatına, varlığına katkı yapma heyecanı bütün benliğini sarmaktaydı. Bütün bir gövdesi sanki bu heyecanla alev alev yanıyor gibi kıpkırmızı parlıyordu. Tepeden aşağı doğru yuvarlanmaya başladığında kuş cıvıltılarına karışan çocuk sesleri bir an heyecanını kat kat artırmıştı. Kıpkırmızı ve sulu gövdesi ile o çocuklardan birinin canına can katacak olma fikriyle hızla aşağı doğru yol almıştı. Okulun duvarına kadar yaklaşıp bir an yavaşladığında onu fark eden ufaklığın gözlerindeki heyecanı gördüğünde mutluluktan havalara uçacakmış gibi hissetmişti. Ufaklığın ellerini gövdesinde hissettiğinde; okulun çeşmesinin serin suları altında yıkandığında mutluluğu kat be kat artmıştı. Ufaklık, cebinden çıkardığı küçük çakısı ile gövdesinden kestiği parçaları arkadaşına vermiş; çocukların şen kahkahaları arasında ağızlarının içini lezzet ve vitamin ile doldurmuştu.
Fakat çocuklar gövdesinden son ısırıkları alırken endişelenmeye başlamıştı; artık yavaş yavaş tükendiğini fark etmişti. İyice ufalan gövdesini yere bırakan çocuklar, şen kahkahalarla okula doğru kol kola yürürken o artık neredeyse hiçbir şey duymamaya başlamıştı. Ufak bir çöpten ibaret kalmış olan gövdesini fark ettiğinde başka bir canlının hayatına, varlığına katkı yapma heyecanı yerini çoktan ne yapacağını bilememe çaresizliğine bırakmıştı. Okulun duvarının dibinde günlerce öylece beklerken ufalmış gövdesi iyice kurumuştu. Bir zamanlar içine heyecanla çektiği sıcak güneş ışıkları, yerini sert ve soğuk esen rüzgârlarabırakmaya başladığında artık hiç bir şey yapamayacak olma korkusu tüm benliğini kaplamıştı. Çok geçmeden başlayan yağmurlar arttıkça artmış; sellere dönüşmüştü. Yağmur sularının önünde çaresizce sürükleniyordu.
Günlerce sürüklendikten sonra durmaksızın yağan yağmurların azalıp çılgınca akan bulanık sular yavaşladığında bir an küçük bir tepeciğin arkasına attı kendini. Gözlerini yorgunluktan yavaşça yumdu. Gözlerini açtığında tüm gövdesini kaplayan karın dondurucu soğukluğunu ta içinde hissetti. Hiçbir şey yapamayacak olma korkusu, yağan karla birlikte yine tüm benliğini sarmıştı. Günlerce bekledi karın altında. Dondurucu soğuğu içine çektikçe büyüyen korkusu artık sanki bir parçası gibi olmuştu. Karlar eriyip yavaş yavaş başını yukarı kaldırdığında sanki gökyüzünün eski maviliğinde olmadığını düşündü bir an. Yeni yeni ötmeye başlayan kuşların sesi bile sanki eskisi gibi gelmiyordu kulağına.
Birden “Neye ulaşmak istiyorsun?” diye sordu tanıdık bir ses. Çevresine şaşkınlıkla bakınırken, böyle bir sorunun bulanık suların önünde yuvarlanırken de karlar altında çaresizce beklerken de pek kafasını yormamış olduğu düşüncesi, eski bir tanıdığı görmenin heyecanına karıştı. Çok geçmeden gökyüzünde parlayan güneşi fark etti. Sorusuna cevap bekleyen gözlerle kendisine bakıyor; içtenlikle gülümsüyordu. Gerçekten de neye ulaşmak isteyebileceğini düşündü bir an; artık o vitamin dolu besleyici gövdesi yoktu ki… Ufacıktı; kara kuruydu. Ümitsizce içi sızladı; korktuğu gerçek olmuştu. Artık hiçbir şeyi yoktu. Titreyen gözlerle yukarı baktığında güneşin eski sıcaklığıyla kendisine gülümsediğini, sorusuna cevap beklediğini gördü. Titreyen bir sesle:
– Başka canlıların hayatına, varlığına katkı yapmak istiyorum ben, diyebildi. Ama o kadar küçüğüm ki… Günlerdir yağmurlar, karlar gövdemin son parçalarını da çürüttü; koparttı benden.
Gülümseyen güneş:
– Senin için başka canlıların hayatına, varlığına katkı yapmanın değeri nedir, diye sordu heyecanla. Sanki bir an içinde bulunduğu çaresizliği görmüyor gibiydi.
Bir an için gözünün önüne günler öncesinin görüntüleri geldi. Okulun duvarının dibinde gövdesinden parçalar keserek arkadaşına veren ufaklığı hatırladı. Ne kadar da mutluluk doluydu her ikisi de… Bir an tüm varlığını kaplayana bir duyguyla:
– Cömertlik, dedi sessizce.
– Başka canlıların varlığına katkı yapacak cömertliğe ulaşmak için hangi yeteneklerini kullanabilirsin, dedi güneş.
Aslında hangi yeteneklerinin olduğunu düşünmemişti bile. Günlerdir yağmur, kar, soğuk derken hiç yeteneklerini düşünmek aklına gelmemişti. Bir zamanlar güzel ve lezzetli bir gövdesi vardı; ama artık küçücük ve kupkuruydu. Bir an için uzaklara daldı. İçin ısıtan parlak güneş ışıklarının pespembe yapraklarını okşadığı, kuş cıvıltılarının masmavi gökyüzünü doldurduğu günleri hatırladı. Sonra günlerce kendisini taşıyan güçlü dalı hatırladı. Birden içinde, ta derinlerde, bir kıpırdanma hissetti. Sanki bir zamanlar kendisini taşıyan güçlü dalın bir eşinin, derinlerde bir yerde büyümek için sabırsızlanmakta olduğunu duyumsadı:
– Ağaç olmak, diye cevapladı gözlerindeki ümit dolu pırıltı ile.
– Başka, diye sordu güneş.
– Toprağa sımsıkı tutunmak, dedi. Gözlerindeki ümit sesinde mutlu bir heyecana dönüşmüştü.
Çok geçmeden gözleri uzaklara daldı. Toprağa nasıl sımsıkı tutunacağını düşündü. Günlerdir sellerin önünde savrulduğunu hatırladı birden. Küçücük olduğunu fark etti; toprağa tutunmak için hiçbir şeyi yoktu ki. Güneş sanki aklından geçenleri okumuş gibi, gülümseyen gözlerle:
– Bir an için kendini toprağa sımsıkı tutunmuş olarak hayal etmeni istiyorum, dedi. Toprağa sımsıkı tutunmuş olan kendinde neleri fark ediyorsun?
Gözlerini yumdu. Kendisini taşıyan ağaç gibi bir ağaç olduğunu hayal etti bir an. Günler önce kendisini taşıyan güçlü dal gibi gökyüzüne uzanan dallar; kalın ve güçlü bir gövde hayal etti. Sonra bir an toprağa sımsıkı tutunduğunu duyumsadı. Gökyüzüne uzanan dallarına benzer dallar toprağın altında derinliklere doğru uzanıyordu. Her biri ince ince parçalara ayrılıyor; toprağa sevgiyle sarılıyordu dalların. Toprağın sunduğu tüm güzellikleri gövdesine taşıyor; topraktan aldıkları gücü toplayıp kalın gövdesine iletiyorlardı. Gözlerini açarak güneşe döndü ve:
– Toprağın derinliklerine uzanan dallarım olduğunu görüyorum, dedi. Toprağa sımsıkı sarılan dallar… Sanki sadece toprağa sarılmıyorum bu dallarla; toprak bu dallardan geçerek ta içime akıyor sanki.
Bir an kısa bir sessizlik oldu. Güneşin ılıklığı altında bu hayalini yaşamaya devam etti. İçine, en derinliklerine akan toprağın çağıltısı kulaklarında gezindi bir an. Dalga dalga yayılan ılıklığı ile güneş:
– Peki, dedi. Bunun için atacağın ilk adım ne olurdu?
Artık sanki her şey gerçeğe dönüşmüş gibiydi. Toprağın derinliklerine uzanan dallarının, kendisi için pek de bir önemi kalmamış olan kabuğunu parçaladığını fark etti bir an. Günlerdir yağmurun, karın altında iyiden iyiye zayıflamış olan kabuğu bir an çatlayıvermiş; içindeki tüm kıpırtılar o çatlaklardan yol bulmaya başlamıştı âdeta.
– Küçük bir çatlak, dedi. Kabuğumu küçücük çatlatırım.
– Ne zaman, diye sordu güneş.
– Şimdi, diye cevap verdi. Ufak bir hareketle kendini sıktı. Günlerdir karın altında beklemekten iyice incelmiş olan kabuğu hafifçe çatladı. Toprağın serinliğini ta içinde hissetti. Kabuğunda küçücük çatlaktan içine sızmaya başlayan sular topraktaki tüm güzellikleri içine akıtmaya başlamıştı bile. Güneş, kutlayan gözlerle içini ısıtıyordu:
– Başka canlılara katkı yapma amacında neler seni yolda tutar, diye sordu.
– Kıpkırmızı bir elmayken küçük çakısı ile kestiği parçalarımı arkadaşına ikram eden ufaklığın görüntüsü, dedi. İki ufaklık o gün ne de güzel yaşamışlardı dostluğun ve paylaşmanın yüceliğini. Kahkahalarla yedikleri elmanın lezzeti, krallara layık sofralarda yenecek yemeklerden bile üstündü onlar için.
Güneş:
– Peki, bu amacına ulaştığını nereden bilirsin, diye sordu.
Bir an günler önce kendisini taşıyan ağacı düşündü yeniden. Küçük, pespembe çiçek olduğu günleri hatırladı. Çevresinde yeşermekte olan küçük küçük yeşil yapracıklar geldi gözünün önüne. Sonra kuşların cıvıltısını duydu sanki kulaklarında:
– Benim dallarımda da küçük pembe çiçekler açmaya başladığında amacıma ulaşmışımdır, dedi. Çünkü o çiçeklerden biri büyüyüp kıpkırmızı bir elma olduğunda dalımdan kopup düşecek ve iki yeni ufaklığın dostluğuna kapı açmak için bir okulun duvarının dibine yuvarlanacak.
Güneş, tüm bu konuştuklarının değerini sorduğunda; günlerdir oradan oraya savrulurken içinde taşımış olduğu ağaç olma gücünü fark ettiği için şükür doluydu.