Diğer

DENİZ YILDIZININ FARKINDALIĞINDA – NOSCE TE IPSUM –

İnsanoğlunun biri sabaha karşı manzaranın keyfini çıkarmak için sahile iner. Biraz yaklaştığında sahile vuran deniz yıldızlarını telaşla okyanusa atan bir çocuğu fark eder. Çocuğa sorar; “Deniz yıldızlarını neden okyanusa atıyorsun?” Çocuk der ki; “Güneş yükseldi mi, sular çekiliyor. Onları suya atmazsam susuzluktan ölecekler.” İnsanoğlu devam eder: “Sahil kilometrelerce uzanıyor ve binlerce deniz yıldızı var, hangi birini atacaksın. Ne fark edecek ki?” Bilge çocuk, insanoğlunu dinledikten sonra bir deniz yıldızını daha okyanusa atar ve cevap verir: “Bak! Bu deniz yıldızı için fark etti.” İnsanoğlu, çocuğun bir fark yaratmak istediğini anlar ve ona katılarak bütün sabahı okyanusa deniz yıldızı atarak geçirir.

Bu etkileyici hikâyeyi ilk duyduğumda çok etkilenmiştim. Ve hep zihnimin müstesna bir yerinde tutmuştum. Ta ki artık ruhum varoluş kaygısıyla sıkışıp, DENGE diyerek bağırana kadar…

Evet, manzaranın keyfini çıkarmaktan başka, başkalarının hayatında fark yaratmak için ne yapıyordum?

Uzun yıllar, bizim X jenerasyonunun değerlerinden olan ‘başarılı kadın’ olmak adına yoğun bir kariyer hayatı öncelikti. ‘Çocuk da Yaparım Kariyer de’ akımına dahi yetişememiştik!

Kişi olarak, idealist ve insanlık büyük resmini gerçekleştirme peşinde olduğumu seziyordum. Çocuk yaşımda bunun mantıklı yolunu kafamda planladığımı düşünüyordum. Güç ve para kazanırsam, insanı, doğayı kurtarmak gibi ideallerimi daha kolay gerçekleştireceğimi varsayıyordum.

Fakat deneyimlerken, güç ve paranın olduğu bazı yerlerde, idealleri gerçekleştirmenin oksimoron olarak kaldığını fark etmek ilk büyük hayal kırıklığım oldu. Para ve makam sahibi olurken ruhum acıyor, çalışmadığım zaman kendimi gerçekleştirme dengemi kaybedip yine mutsuz oluyordum. Everest’e tırmanan Nepalli sherpanın beyaz adama yakınması gibi, bedenim hızla yukarı giderken ruhumun geri kaldığını fark etmem için ne yapmam gerekti?

Zihin potansiyelini zorlarken, cevaplar düşünce hızında, hayatımızda tevafuk dediğimiz mutlu karşılaşmalarla beliriverir. Daha sonra bu durumun nörobilimde bir karşılığı olduğunu öğrenecektim.

‘Koç Olma’ yolculuğuna böyle bir sıkışma anında adımı attım. İlk dersten itibaren hayret etme başladı. Perspektifim hemen değişmeye başlamış, koçluğun ne olup, ne olmadığını öğrenirken, kulaklarım ‘fil kulağına’ büyümüş, kendimin ancak ‘koçluk duruşu’ ile o koltukta, HİÇLİK makamına erdiğimde VAR olabileceğim algısıyla afallamıştım.

En iyi koç orda egosuyla olmayan koç muydu?

İlk andan itibaren, başkalarının hayatına dokunabilmek amacıyla çıktığım bu yolculuk bana önce kendimi bilmem gerektiğini söylüyordu. Koç olarak duruşunu düzeltmeden başkalarına çare olamazsın. Güvenli ve yargısız bir ortamda, nötr duruşta, ses tonun ve davranışınla, cesur seçenekleri keşif için koçluk alan kişiye alan açmak, ilk ve en önemli adımdı.

Koçluk alan kişide farkındalık yaratmak için ise önce kendin değişime hazır olman gerekiyordu.

Binlerce yıl tarihten bugüne gelirken, Socrates, Thales… Delphi deki Apollon Tapınağının girişinde altın harflerle yazan -Gnothi Seauton- ‘kendini bil’, latince karşımıza çıkan -Nosce Te Ipsum-, Ibn’i Arabi ‘kendini bilen Rabbini bilir’, mutasavvıf Yunus Emre,

İlim ilim bilmektir, İlim kendini bilmektir. Sen kendini bilmezsen, Ya nice okumaktır.

Yani, kendinin en iyi modelini yaratma yolunda öz benliğine dönerek cevherini bulmak! Daha sonra koç olarak, her tek kişinin içindeki cevheri bulması için ona yol arkadaşı olup, yolunu aydınlatmak.

Koçluk bir büyük sorumluluk makamıydı. Her kişi biricikti, içindeki potansiyelde tam ve bütündü ve de ihtiyacı olan tüm öz kaynaklara sahipti.

Çanakkale Savaşı sırasında Seyit Onbaşı’nın 215 kilo mermiyi ihtiyacı halinde kaldırması hepimizin bildiği bir hikayedir.

Senin 215 kiloluk mermin, potansiyelinde nerede saklı acaba? Koç, hedefini netleştirmene, önündeki engelleri fark edip, yoldan kaldırmana ve seni bu yolda odakta tutarak, öz kaynaklarının farkına varmana yardımcı olur.

Koç için ise, etik sorumluluk bir yana, ya sözlerin büyülü gücünün, kişinin dünyasında sismik dalgalar halinde yaratabileceği etki…! Bu farkındalık, bir an kendimi Frank Herbert’in muhteşem epik romanı Dune[1] kitabının sayfalarında, sözün ustaları, Bene Gesserit rahibeleri pozisyonuna getirmişti.

Koçluk alan kişiyle ses tonu ve beden diliyle uyumlanmak, sessiz kalarak alan açmak, an ’da kalmak, yavaşlamak… bu dansı öğrenmek gerekiyordu. Öyle ki hem biliminin hem sanatının farkında olarak öğrenmek.

Uzun süredir bilimsel konularda düşünen bir kişi olarak, kaos teorilerine yeni bir bilimsel yöntem gerektiğinin farkındaydım ve bekliyordum. Aşağıda, sanki karışık ve sofistike duran ama artık öğrenmek zorunda olduğumuz, bazı bilimsel bulguları koçluk ile bağlantısallığını görmek zihin açıcı bir deneyim oldu.

Beyin cerrahı Türker Kılıç, Yeni Bilim: Bağlantısallık[ii] kitabında, beynin yeni bilimsel gelişmelerle nasıl yeniden tanımlandığından bahseder ve yeni dünyanın yeni paradigması ‘Bütünsel Bağlantısallık’ yöntemini müjdeler.

Nöroplastisite, beynin içinde, ölene kadar devam eden, sinir hücrelerinin yeni yollar inşa edebilme yetkinliğidir. Koç için insanın değişimine destek olmasını sağlayan en büyük araç bilgisidir.

Nörobilimin babası Santiago Ramón y Cajal’ın dediği gibi

‘İnsan kendi beyninin heykeltıraşıdır’.

Nöroplastisite gereği, odaklanarak yaptığınız zihinsel pratikler beynin kimyasını değiştirir. Yeterli pratik sayısına ulaştığınızda sinir hücreleri yeni yollar, yeni alışkanlıklar inşa ederler. Bir tırtılın kelebek olup olmayacağını belirleyen hayalci hücrelerin sayısı olduğunu biliyor muydunuz? Bu hayalci hücreler, tırtıl olmaktan sıkılan, ‘rahatsız’ hücrelerdir ve yeterli kritik sayıya ulaşınca ancak kelebeğe dönüşebilirler. Ne kadar hayret verici değil mi? İşte merak ve hayret kardeşlerle yaşamaya başladığınızda, hayat çok eğlenceli bir yer haline geliveriyor.

Evet, beyin konusuna devam edersek, beynin amigdala[iii] dediğimiz yaklaşık 500 milyon yaşında olan bölümü insanoğlunun hayatta kalmasına yarayan, en hayati kısımlarından birisidir. Ve ani korku ve tehlike karşısında -savaş veya kaç- komutuyla sizi yönlendirir. Büyük kararlar korku, stres yaratabilir. Böylece koç sizi seans boyunca ‘küçük adımlar’ attırarak, ’güvenli ve yargısız’ bir ortama alır. İlkel sürüngen beyin amigdalayı devre dışı bırakıp, beynin farkındalık bölümü prefrontal kortekste, geleceğe odaklı tutarak bilinçli kararlar almanıza yardımcı olur.

Michael Phelps, 22 madalyalı olimpiyat yüzücüsü, İrlandalı nörobilim uzmanı Ian Robertson’un Mind Sculpture[iv] diye adlandırdığı tekniği ile, yönlendirilmiş canlandırmalarla, tüm duyu organlarında hissederek, gerçekten havuza girmeden bu yöntemi günlerce uyguladığını biliyoruz. Dr. Robert Maurer, Kai Zen Yolu[v] kitabında, değişimlerin küçük adımlarla nasıl etkin bir şekilde hayata yansıtılacağını örneklerle anlatır.

Acaba bu, özgür irademizle belirlediğimiz hedeflerimize giderken, yolumuza ışık olacak, Pandora’nın kutusunda en son kalan umut olabilir miydi?

Sen düşünceden ibaretsin

Geriye kalan et ve kemiksin

Gül düşünür gülistan olursun

Diken düşünür dikenlik olursun    Mevlâna

Koçluğun yapılandırılmış seans akış yöntemi, en son sofistike bilimsel araştırmaları, koçluk duruşuyla, açık uçlu sorularla, geleceği pozitif imgeleme tekniğiyle, eylem adımları attırarak gösterme becerisine sahipti. Koç, bir seans süresinde, metaforik olarak ancak kuantum kiloyla! ölçebileceğimiz miktarda, morfik alanlar, Schrödinger’in kedisi, belirsizlik ilkesi, Kai-zen yolu tekniği, kaos teorisi, özyaratım-autopoiesis, epigenetik, nöroplastisite, holografik evren…gibi her biri bir ders konusu olacak fenomenal kavramları hoş bir seda içine paketleyip, samimiyet, şefkat ve derin dinlemeyle koçluk alan kişiye aktarabiliyordu.

2022 Nobel fizik ödülü, ‘Bell Eşitsizliğinin İhlalini’ kanıtlayan deneylere verildiğini bilenler vardır. Fransız teorik fizikçi Bernard D’Espagnat, bu deneylerin ‘nesnel gerçeklik’ ile ilgili çıkarımlarına vurgu yaparak ‘dünyanın nesnelerden teşekkül ettiği ve insan bilincinden bağımsız olduğu doktrini, kuantum mekaniğiyle ve deneysel olgularla çatışmaya başlamıştır.’ demiştir. Gerçeklik, birbirinden ayrılmaz, ilişkilerden oluşan dolanık bir bütünsel bağlantılar ağıydı ve insan bilincinden bağımsız değildi.  ALGI dediğimiz nosyon, yeni dünyanın yeni gerçekliğiydi. Hala -binary-ikili-mantıkla çalışan, 17. yüzyıl Aydınlanma Çağının Fizik Bilimi ile şekillenen zihin setimizin artık hızla hem parçacık hem dalga mantığına evrilmesi gerekmekteydi.

Koçluk uygulama ve araçları bize, imgeleme ile dış dünyayı bilincimizde yarattığımız farkındalığının pratiğini yaptırarak, bu zihin sıçramasını içselleştirmemize yardım eder.

Yaşamın kara kutusu aslında beyin değil zihindi. Zihnin ise, 2 üzeri 100 milyar enformasyon olasılığı içeren, enformasyon sistemi bütünü olduğunu artık biliyorduk.[vi] 1977 Nobel Kimya Ödülü sahibi Prigogine[vii]’in ve ayrıca Şili’den Maturana ve Varela[viii]’nın geliştirdiği, enformasyon işleyen sistemlerin er geç (autopoiesis) öz yaratım ile yeni bir kodlama geliştirerek, kaostan düzene, kendinden yeni bir varoluşsal paradigma yaratabileceği bilgisi çok önemlidir.

Beyin dokusu ise varoluşu gereği -öz yaratım-[ix] özelliği taşır.

Ve evrende her şey birbiri ile spiral gibi iç içe geçmiş enformasyon sistemleri olarak bütünsel ve bağlantısaldı. İnsan topladığı bilgi ve deneyimi çevresiyle bağlantılı olarak, kendi Truman Show[x]’unu HER AN zihninde yaratıyordu. Yaratıcılık ise, enformasyonun bağlantı yoluyla, bir kişide ‘ilk defa’ yeni bir kombinasyon kurarak hayat bulması olarak tanımlanabilir.

Türker Kılıç kitabında; …epigenetik biliminde, protein yapısını değiştiren her şey, her aksiyon potansiyeli, hatta düşünce DNA’yı değiştirebilir. Bu bilimsel bilgi, insanı gen yapısının tutsağı olmaktan çıkarmakta, düşüncesine ve yaratıcılığına DNA’sını bile etkileyebilecek güç ve özgürlük alanı sağlamaktadır. [xi]” der.

Koç, konfor alanından çıkmak istemekte zorlanan, inançlarla bloke ettiğimiz, dar alanda paslaşmaya alışmış bizi, seans boyunca beynin görsel bölümünde tutarak, yaşamımızdaki -bütünsel bağlantısallığı-, hedefimizle ilişkilendirmemize yardım eder. Böylece yaratıcılık için alan açar.

Dr. Rupert Sheldrake[xii], Evrende bir olay sürekli tekrarlandığında ve yeterli kritik sayıya eriştiğinde, morfik bir alan oluşur ve bu alanda rezonans aynı durumun başka yerlerde tekrarlanma olasılığını artırır’ der.

Yani bir davranış modeli bir kere ortaya çıktığında değişim başlıyor ve yeterince tekrar edildiğinde, bunun morfik rezonansı tüm türü etkileyebiliyor. (100.maymun deneyi) Bu teoriye göre doğada bir tür ortak bellek mevcuttur ve evrende her şey bu bilgi havuzuna kaydedilir.

Bu Carl Jung’un Kollektif Bilinçdışı[xiii] teorisiyle de uyum gösterir. Kollektif Bilinçdışı, dünyanın kuruluşundan bu yana soydan soya geçen kalıplaşmış davranışların, insanlığın ortak mirası olarak paylaşıldığını söyler. Bunlar bireylerin belleklerine yansıyabilir ve çağdaş insanın yaşantılarında kalıcı izler bırakabilir.

Evet, yine 2022 Nobel Fizik Ödülünün teyit ettiği gibi, fizik evreni oluşturan atom altı parçacıkları, kuantum fiziğindeki nonlocality- mekânsızlık ilkesi gereği, aralarındaki mesafe ne olursa olsun birbirleriyle iletişim halindedir. Böylece tüm yukarda bahsedilen teori ve gelişmeler bilimsel alt yapısını yeterince güçlendiriyordu.

Tüm bu bilgiler gözümün önünden geçerken, kendimi Avatar filminde, ‘Ruhlar Ağacı’nın etrafında oturmuş, saç kuyruklarımızı ağacın köklerine salarak oturan türün elemanlarından biri gibi görüyordum. Pandora Gezegeninde mavi renkli Na’Vi ler bu ağaç vasıtasıyla hem atalarıyla hem de mevcut evrenin her elamanı ile nöral şebeke kurarak BİR olurken, ruhum bedenimden sıyrılmış bu sihirli sahneye yukardan bakan dış göz olmuştum.

Bir deniz yıldızına eriştiğimizde aslında tüm yaşama erişiyorduk… bizi birbirimize görünmez iplerle bağlayan bu mucize şebekenin farkındalığı, yeni bilimle daha görünür hale geliyordu. Ve koçluk bu ilişkiye aracı olarak, gelecek için umut vadeden bir konumda gelişmeye devam ediyordu.

Ruhumda dengeyi bulmak için çıktığım bu yolculukta, çocukluğumdan beri benimle olan merak ve hayret kardeşlerle yeni bir mecrada bilimin ve sanatın dansını öğreniyordum. Koçluk benim için meslekten öte, kendimi yeniden gerçekleştirebileceğim bir alan açmıştı.

Koç duruşunda nötr kal, etik sorumluluğun ve sözün gücünün farkında kendini bil, bir deniz yıldızını okyanusa geri gönder hem o deniz yıldızı hem tüm yaşam değişsin.

Mmm.. Öz yaratım. Bütünü oluşturan parçaların toplamı bütünden büyüktür. İlya Prigogine gülümsedi.

Makalenin başındaki hikâyenin sonu ise artık şöyle bitecek; “…bu deniz yıldızı için fark etti ve tüm deniz yıldızları için artık hiçbir şey aynı olmayacaktı.

 

Yazan: Profesyonel Erickson Koçu / Hülya Aksu Spizuoco

 

 REFERANSLAR;

[1] Frank Herbert, Dune, Çöl Gezegeni, 1965

[ii] Türker Kılıç, Yeni Bilim: Bağlantısallık Yeni Kültür: Yaşamdaşlık, 2020

[iii] Özge Saraçlı, Nuray Atasoy, Elif Karaahmet, Yakın İlişkilerin Nörobiyolojisi, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 2012

[iv] Ian Robertson, Mind Sculpture, 2000

[v] Robert Maurer, The Kai Zen Way, 2004

[vi] Türker Kılıç, Yeni Bilim: Bağlantısallık Yeni Kültür: Yaşamdaşlık, 2020

[vii] Ilya Prigogine ve Isabella Stengers, Kaostan Düzene, 1996

[viii] Humberto Maturana, Francisco Varela, Autopoiesis and Cognition: The Realization of the Living, 1972

[ix] Türker Kılıç, Yeni Bilim: Bağlantısallık Yeni Kültür: Yaşamdaşlık, 2020

[x] https://en.wikipedia.org/wiki/The_Truman_Show

[xi] Türker Kılıç, Yeni Bilim: Bağlantısallık Yeni Kültür: Yaşamdaşlık, 2020

[xii] Rupert Sheldrake, Morphic Resonance, 2009

[xiii] Sevgi Kavut, Carl Gustav Jung: Kavramları, Kuramları ve Düşünce Yapısı Üzerine Bir İnceleme, International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS), 2020